Sümeyra Yavrutürk Köse yazdı: Peygamber sevdalısı Sümeyra Binti Kays...
Burnumda kesif bir kan kokusu, yüreğimde “Ya bu bir rüya değilse?” diye çırpınan bir ürperti... Öylece bakıyorum savaşın acı yüzüne. Bu dehşet verici manzara karşısında zihnim donuyor. “Ya Rab!” diye haykırıyorum. Gördüklerim ecelden daha ağır iken bu genç sineler hangi adanmışlığın aşkıyla canlarını feda ediyordu?
Rüzgâr esiyor… Sanki ruhların göğe yükselmesine eşlik edercesine, sert ve aceleci kavrukluğuyla yüzümü örselerken, bir el hissediyorum omzumda. Ve bir ses yankılanıyor: “Onlar, yandımsa İslam’ın derdine yandım diyen, fani umura iltifat etmeyen sahabe ehlidir.”
Derken, er meydanı bir anda Suffa mektebine dönüşüyor. O vakur ses, beden buluyor. Karşımda Sümeyra Binti Kays beliriyor. Yürekli bir anne, cesur bir muallime, imanla yoğrulmuş bir mücahide. Sakin ama derin bir sesle ekliyor: “Bu, görüpde ürperdiğin savaş meydanı, bizim İslam onurunu yaymak adına yaptığımız cihaddır.”
Evet, Sümeyra Binti Kays, her şeyden önce bir Peygamber sevdalısıydı. İslam’la şerefleneli henüz bir buçuk yıl olmuştu. Rasulullah, hicret yoluna düşmüş, Yesrib’i “Medine” kılmaya doğru yola koyulmuştu. Ve işte, bu mübarek yolculuğun haberi, Sümeyra (ra) için dünyadaki en büyük müjde olmuştu. Medine’de, güllerin rayihası buram buram yayılıyor, Efendimizin gelişi bir bayram gibi kutlanıyordu. Muhacir ve Ensar kardeşliği pekişmiş, Suffa’da ilim meclisleri kurulmuş, zihinler ve ruhlar İslam’ın nuruyla yeniden şekillenmeye başlamıştı.
Sümeyra (ra), ilim öğrenme ve öğretme aşkıyla yanıyor, dersleri kaçırmadan takip ediyor, evini bir medreseye çevirerek üç oğlunu İslam ahkâmıyla yetiştiriyordu. O, yalnızca bir anne değildi; evlatlarının kalbine dini ilmek ilmek işliyor, öğrettigi ilmi irfana eviriyor ve İslam’a hasımlık yapanları tek tek anltıyor, cihadın asli bir vazife olduğunu öğretiyordu.
Fakat onun için bir eksiklik vardı… Rasulullah’tan uzak geçen on üç yıl… Bu yıllarda öğrenemediği her detayı, Efendimizin günlük yaşamına dair her inceliği öğrenmek istiyordu. Bu arzusuyla, Medine’deki muhacir hanımların yanına gitti ve onlara bir teklifte bulundu: “Siz bana Rasulullah’ın Mekke’deki emir ve buyruklarını anlatın, ben de sizin günlük işlerinizi göreyim.”
Ve böylece Efendimize dair hiçbir ayrıntıyı kaçırmamış, İslam’ı en ince detayına kadar öğrenmiş oldu. Öğrendiklerini ise en güzel şekilde evlatlarına nakşediyor, onları Peygamber’e adanmış neferler olarak yetiştiriyordu.
Bedir Savaşı ve Şehadet; Hicretin ikinci yılı… Medine meydanında Bilal-i Habeşi (ra), savaş bildirilerini okuyordu. Sümeyra Hatun için bu bir savaş değil, Hakk’ı sahibine teslim etme günüydü.
Ve Bedir meydanında üç yiğit… Avf, Muaz ve Muavviz. Üç kardeş, üç mücahit, üç kahraman... Onlar, yalnızca müşriklerle savaşmak için değil, özellikle Ebu Cehil’i öldürmek için buradaydılar. Fakat onu hiç tanımıyorlardı. Abdurrahman bin Avf’ın (ra) yanına gidip sordular:
“Ebu Cehil hangisi?”
O da, atının üstünde, başında kırmızı sarığıyla müşrikler arasında dolaşan Ebu Cehil’i gösterdi.
Ve o an… Avf, Muaz ve Muavviz yıldırım gibi atıldılar. Ebu Cehil’in etrafını sarıp onu yere serdiler. Son hamleyi Abdullah bin Mesud (ra) yaptı. Ve Ebu Cehil öldürüldü.
Ama bu zafer beraberinde bir evlatta aldı. Sümeyra Hatun’un oğlu Avf da şehit düştü. Haberi aldığında, gözlerinde yaş yerine iman vardı. Ellerini semaya kaldırdı ve dedi ki:
“Elhamdülillah! Rabbim beni şehit annesi kıldı.” Ve o gün, evlatları annelerinin onlara aşıladığı en yüksek makama, mücahitlik ve şehitlik mertebesine ulaştılar…
Uhud ve Fedakârlık
Bir yıl geçmişti. Uhud Savaşı için hazırlıklar başlamıştı. Sümeyra Hatun, eşini, babasını ve iki oğlunu savaş meydanına uğurlarken onlara şu vasiyette bulundu:
“Siz gidin, Uhud meydanında canlarınızı verin ama Rasulullah’a bir şey olmasın!”
Ve bu kutlu aile tüm fertleri ile muharebe meydanında savaş bir anda yeniden kızışmış ve Medine’ye ulaştı: “Rasulullah vefat ettiği haberi ulaşmıştı.
Sümeyra Hatun’un kalbinde fırtınalar kopuyordu. Hayatının merkezinde Rasulullah’a duyduğu kavi muhabbet ile O’nun yokluğu, ölümden daha ağırdı.
Ve artık hiçbir şey umurunda değildi. Zira Sümeyra hatun “Sizden birinize “ben annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığın müddetçe tam iman etmiş olamazsınız. (İbn Hişam,es-sire 3/133) Hadis-i Şerifini iliklerine kadar yaşayan aziz bir sahabeydi ... Bu habere kendisi şahit olmadan inanamazdı. Uhud meydanına doğru koşmaya başlayan Sümeyra hatuna sahabeler tarafından oğlunun, babasının ve eşinin şehitlik haber veriliyor, fakat O tüm “metanetiyle Rasulullah’ı aramaya devam ediyordu. Ashab’ı Kiram acısını paylaşmak istiyor fakat Sümeyra Hatun; “Rasulullah nasıldır? O ne yapıyor?” diye soruyor hayatta olmasını ümit ediyordu. Sahabeler, Efendimizin olduğu yeri işaret ettiler.
Ve Sümeyra (ra), gözleriyle Efendimizi görünce, yüreğine sükûn geldi. Ellerini açtı, gözlerinden yaşlar süzülürken şükretti: Anam babam sana feda olsın Ya Hatem’ül Enbiya diyerek yüreğindeki sarsılmaz muhabbetini niyaz etmişdir.
Bu Hali ile beşer olarak ona isabet her türlü elem ve kederin önemsiz olduğunu Rasulullah’a bağlılığının can parelerinden daha ileri olduğunu göstermiş oluyor.
Hz Muhammed sallallahu aleyhi vesselem buyuruyor ki; “Ashabım yıldızlar gibidir hangisine tabi olsanız hidayete erersiniz” rivayetinin haklılığını güzide sahabelerin hayatlarını erdem ve adanmışlıklarını yakından temaşa edince dana iyi anlıyoruz.
Lakin onlar bu müjde ve mertebelere efendimize sadece tabi olmakla değil, aynı zamanda ulvi fedakarlık ve muazzam gayretleri ile nail olmuşlardır.
Hz. Muhammed (sav) buyurur ki: “Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine tabi olsanız, hidayete erersiniz.”
Onlar, cahiliye karanlığını İslam’ın nuru ile aydınlatan yıldızlardı.
Onlar, cihada, tebliğe ve emr-i bil marufa koşan İslam erleriydi.
Onlar sayesinde Daru’l-Erkam’dan yayılan İslam ahlakı, yüzyıllar boyunca kalpleri aydınlatmaya devam etti.
Kaynakça:
İslam ve İhsan
TDV İslam Ansiklopedisi
Hüma Dergisi Tarih Numun-i İmtisal