Seyahatnâme türü eserler, tarih araştırmalarının hatırı sayılır kaynakları arasında yer alır. Tarihe dair pek çok bilgi, yer yer nokta atışı tespit, betimleme ve yorum bu kaynakların satır aralarına mûtenâ bir şekilde serpiştirilmiştir. Seyyâh diye adlandırılan bu eserlerin yazarları zamana ve mekâna bizzat tanıklık ederek içerisinden kasıtlı yahut kasıtsız bir şekilde geçmiş oldukları yerleşim yerleri ile ilgili zihinde canlanan bir portre çizmiş, mâziyi adeta bugüne, bir sinema sahnesi gibi bu dönemin insanının hafızasına sunmuştur. Öyle ki, bu türden kimi metinleri okuduğunuzda kendinizi geçmiş dönemlerin herhangi bir zamanında, bir coğrafyanın güzide bir şehrinin sokaklarında gezinirken; saray, han, hamam, câmi gibi yapıların birinde hayretler içerisinde etrafı seyrederken ya da insanların arasına karışıp dönemin gündelik hayatının sıradan bir parçası haline gelmişken bulursunuz. Tarihçiler, araştırdıkları bir döneme, olaya, mekâna ya da şahsa mercek tutmak, spesifik ve can alıcı bir detay yakalamak istediklerinde seyahatnâme eserleri çoğu zaman imdada yetişir, aradıkları bilgiyi kendilerine altın tepside sunar.

Bu eserleri okurken ya da tararken kendi bulunduğunuz zamana ya da mekâna dair bir bilgi gördüğünüzde alıcılarınız hemen canlanıverir. Kendi yerleşim yerimizin veya memleketimizin bundan birkaç yüzyıl öncesini betimleyen bir metin hangimizin dikkatini çekmez ki! Böyle bir metin, hemen hepimizin algılarını cezbeden bir bilgi hazinesine dönüşüverir.

Fâtımîleri çalıştığım dönemde seyahatnâmelerin satır aralarında dolaşırken bildiğim tanıdığım yerlere denk geldikçe çalıştığım konuyu zihnimin biraz gerisine itip buralara odaklanıyordum gerçekten. Başvurduğum bir seyyâhın Van’a dair kayıtlarına denk geldiğimde daha çok dikkat kesilmiştim. Bu seyyâh, İbn Havkal idi. 10. Yüzyılda Bağdat'tan hareket ederek önce Arap Yarımadası'nın çeşitli bölgelerini, daha sonra da Kuzey İfrîkiyye, İspanya, Büyük Sahra'nın güney kısımları, Mısır, Doğu Anadolu, İran, Horasan, Batı Türkistan ve Sicilya'yı dolaşan seyyâh İbn Havkal; Doğu Anadolu’da iken bugünkü Van Gölü havzasını da görmüş, gezmiş ve ilginç gözlemlerde bulunmuştu. Gelin, bunları İbn Havkal’den dinleyelim:

“Bergeri, Ahlat ve Erciş’in güneyinde, doğu-batı istikametinde uzanan bir göl bulunur. Uzunluğu 10 küsür fersahtır. Bu gölden bir karış kadar küçük balıklar avlanır. Tirrih (gümüş kefali) adı verilen bu balıklar tuzlanır, Musul, Cezire, Irak, Şam bölgelerine sevk edilir. Bu gölde Ahtamar adında bir kale vardır. Gölün kıyılarında soda tuzları elde edilir. Irak ve diğer yerlerdeki fırıncılara satılır. Buranın yakınında, güneyindeki bir dağda zırnık yatakları vardır, elde edilen zırnık etrafa sevk edilir. Kırmızı, sarı çeşitleri bulunur. Kebudan gölü sahillerinin bir kısmından, altın ve gümüş lehimlemek için kuyumcu sodası sevk edilir. Sularının bir kısmı sert tortu bırakır, bu tortudan soda elde edilir. Her yere sevk edilir, tüccarlar bu maddenin ticaretinden büyük kazançlar elde ederler. Zevezan’dan, Ermeniye, Revan tarafından sıhhatli, dayanıklı, yüke-yola dayanıklı soy katırlar getirilir ve Irak, Şam, Horasan vs yerlere sevk edilir. Zevezan (Zûzan) (Zeve?) çiftlikleri bulunan, çoğu dağlık olan bir nahiye ve kalelerdir. Bu bölgede güzel, gayretli şehârî atları bulunur. Toharistan atlarına benzer. Bazan onlardan ve Cüzcan’da yetiştirilenlerden üstündür."

İbn Havkal'ın kıymetli gözlemlerine bakılırsa Van ve çevresi bundan 13 yüzyıl önce oldukça stratejik bir öneme sahipti. Buralar aktif bir üretim, canlı bir ticaret merkeziydi. Burada yaşayan insanlar kaynaklara ulaşabiliyor, bunları işleyip kullanılabilir hale getirebiliyor ve oldukça uzak bölgelere taşıyarak faal bir ticaret ağı kurabiliyordu. Meğer bugün kıyılarında dolaştığımız, yazın serinlemek için soluğu aldığımız Van gölümüz hem suyu hem de balığıyla bölgede yaşayanların mühim bir geçim kaynağı imiş. Ne kadar da ilginç değil mi..? Atlar daha bir ilgi çekici… Burayı okurken bizim köyün (Özalp-Savatlı Köyü) eskiden atlarıyla bilinen, tanınan bir yerleşim yeri olduğuna dair duyup işittiklerim aklıma gelmedi değil! Olabilir mi? İzaha, ispata muhtaç…

Ayrıca metinde geçen bazı yer isimleri ve kavramlara da hiç yabancı değiliz. Bakar mısınız, Ahlat, Erciş, Zevezan diyor! Ufak bazı aşınmaları görmezden gelirsek o dönemde kullanılan kimi ifadeleri bugün hâlâ kullandığımızı hemen fark edebiliyoruz.

Bu kadar macera ve hayretten sonra eserden de biraz bahsetmezsek olmaz değil mi? İbn Havkal'in bu bilgiler de içinde olmak üzere seyahat ettiği bölgelere dair gözlem ve tespitlerini kaydettiği eseri, Sûratü'l-Arz'dır. Eser günümüzde orijinal haliyle de bulunabilmekle beraber "10. Asırda İslam Coğrafyası" başlığıyla Türkçe'ye de çevrilmiştir.

Not: Yukarıdaki pasaj, eserin Türkçe tercümesinden alınmıştır.