Rahmân’ın adıyla...
Asra yemin olsun ki,
Şüphesiz insan zarardadır.
İman edip iyi işler yapanlar, birbirlerine doğruyu tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler hariç.
(Asr 1-3)
İnsanın hayat kalitesi neye göre ölçülür sorusunun cevap anahtarı gibidir Asr Sûresi. İslam geleneğinde Kur’an’ın üçte birine denk olduğu konusunda hemen herkesin hemfikir olduğu bu üç cümlelik sure tarihin içinde sorgulanan bir soruna tarih üstü bir projektör tutmaktadır.
Bir zaman var. Bu zamanın içinde yaşayanlar var. Kaybedeni var, kazananı var. Uzun bir filmin fragmanını seyrettiğini hissediyor insan. Bu formülü bir insan verseydi temkinli davranmak makul olabilirdi. Ama tespitin de takdirin de muktediri O olunca, teslim olmak da Müslümanlığın şanından oluyor.
Zaman insana şahit olduğu gibi, insan da zamanın şahididir. Şahit olunan vakit insanı kendi sahnesine mutlaka çıkarır; bazısını atık, bazısını katık olarak. Her birimiz bu şahitliğin hakkını ne kadar vefa ile verdiğimizden sorulacağız muhakkak. Zamanı aziz yaşadığı kadar izzetli, zayi ettiği kadar zelil olur Âdemoğlu.
Herkes kendi çağının çocuğudur. Hakikatini baz aldığımızda öyle bir çağa denk geldik ki bildiğimiz tüm çağlarda yaşamış olmayı ölesiye diledik. Arş-ı Âlâ’yı titreten acılar, acılara bigâne kalanlar, alkış tutanlar ve acıyı tüm hücrelerine kadar hissedip çaresiz kalanlar arasında yaşandı bu asır.
Dağın, taşın, insanın yekdiğerine şahit olacağı o malum gün gelmeden evvel, asrın; sureten insan olanlarla sîreten insan olanlara şahitlik edeceğini,ve önemini daha da iyi kavrayalım diye, üzerine yemin ederek dikkatlerimizi celbetmemizi istiyor Rabbimiz.
“Ziyan” kelime anlamıyla zarar etmek demek. Daima kazançlı olacağı kârlı bir ticaret dururken zarara talip olmak ne acı! ihtarın muhatabı olan her çağın kendi insanı, sureyi doğal olarak gününde ve gündemindeki ölçüye göre tefsir etmiştir.Hiç şüphesiz Şahitlik ettiğimiz asrın terazisinin zarar kefesine koyacağımız şeylerin listesi epey yekûn tutacaktır. İlk elden, sermayesi buz olan birinin güneşte dolaşması misali, ömür bakiyesini sanal gündemler ve suni hayatlarla meşgul eden insan, tamamen beşerî ölçülerle yaşarken zarardan korunamadığı gibi zerreden küreye doğru devam eden insan silsilesine de ,pozitif anlamda de yakıt olmak yerine,negatif bir enerji yükü olarak katılacakır.
Ziyanda olmanın ilki, kişinin kendi hevasını ilah edinmesi sonucu oluşan kibir halinden, ötekine hayat hakkı tanımadığı zulme evrildiği vakit Tehlike iyiliğin sınır boylarını ihlal etmeye başlamış demektir. İnsan gibi karmaşık yapıya sahip bir varlık, elbette tek bir faktörle ve kısa zamanda ziyan kotasını doldurmaz. Çünkü fıtratı ıslah üzere kodlanmıştır.genetik kodlarını bozmak epey uğraş gerektirir.
Her birimizin önünde potansiyel bir tehlike olarak durur “zayi olma” hâli. Kimse kendi nefsi adına garantör olma lüksüne sahip değildir. Bu yüzden zarar binasının temelini oluşturan harcı mayalamaktan sakınmalıdır. Paylaşımcı insan bencile, merhametli insan gaddara, diğergam insan bananeciye, ümmetçi insan liberal bireye dönüşebilir. Bir kahveden vazgeçmekten bir bebeğin canına kıymaya yalnızca bir adım mesafe ile ,bir adamlık kadar bir esafe ile karşı karşıya kalabilir. Oradan da daha seri bir geçişle bir bakmışsınız, zalime alkış tutmuş, kol kola yürüme yoluna adım atmışsınızdır.
Elbette ki her zehrin bir panzehiri vardır. Zehir insanda ise panzehiri Rahman’dadır. O, hiç kulunu çaresiz bırakır mı?
Evet, fücurunun kölesi olmayı tercih edip insanlık pazarında zarardan dolayı kepenk indiren bir güruh var. Lakin hakikatli ticaret erbapları da hep vardı,varolacaklar da. Onlar tarih sahnesine çıktılar mı, kurtuluş yolunun civanmertlerini beklenenler geldi coşkusuyla kucaklar insanlık.
Peki, kim bu numûne-i imtisaller? Ne yapmışlardır da insanlığın gözbebeği olmuşlardır? Gören gözler için onlar ışık saçmaya başlayalı rakamsız bir tarih olmuştur. Önce iman edilmesi gerekenlere iman etmiş, sonra da bu imanı kutlu bir emanet gibi taşımanın yanı sıra sadece kendilerini koruma kalkanının içine alarak bu yolun yürünemeyeceğini de kavramışlardır.
Bilirler ki iman, eminlik olduğu kadar emniyetli olmayı da gerektirir. Öteki yarısını teşkil eden kardeşini düştüğü yerden kaldırmadan yürümeyi zul addeder. Bilir ki hakkı yaşamanın zekâtı, ötekini de hakka sevk etme telaşıdır. Hak ölçüsünü bükmeye çalışanlara karşı Hakk’ın ve hakikatin, El-Hak olanın kılavuzluğunda bulunacağını bilir ve buna her zerresiyle iman eder.
İman etmiş olmanın sorumluluğunun ayırdına varmış ve bunun hakikatin özü olduğunu ötekisi de anlasın diye var gücüyle tavsiye eder; bazen malıyla, bazen canıyla. Ve elbette bu meşakkatli yolun azıksız olmayacağını da bilir. Yolun sahibi, azığına katık edeceği nimeti de göstermiştir: sabır. Sabrın direngen dostluğuyla yola metanetle devam eder. Bilir ki sabır, asla haksızlığa eyvallah etmek ile yan yana anılamaz. Sabır, inandığı değerlere var gücüyle sarılmak ve omuz omuza sabırdaşlarıyla haksızlığa mukavemet göstermektir.
Dedik ya, her tefsir kendi çağının ürünüdür diye. Asr Sûresi’nin güncel tefsiri belki de önümüzdeki günlerde ikinci yılını dolduracak; ama aslında bir asırdır yaşananların tüm bakiyesini gün yüzüne çıkaran 7 Ekim olaylarıdır. Zararda olanı da, kârda olanı da ayan beyan ortaya çıkaran bu durum, “İman ettik” demekle kurtuluşun mümkün olmadığını kalem ve kâğıt olmadan tefsir etti.Zulm dininin Zalim dindaşlarının kurtuluş reçetesinin diye pazarladığı he şeyin sahte olduğunu anlattı ,bir,bir.
Bu hakikati görenler de dediler ki: Asıl felah, şifahen dahi olsa ilaçların girmesi yasak olan bir yerde varoluş mücadelesi verenlerin yaşadığı topraklarda. bunu görün, duyun ey dünyanın sağır ve kör taklidi yapan canlıları! İman ettik ve arkasından salih amelle taçlandırdık. Bu salih ameli de anlatarak değil, yaşayarak göstereceğiz ve gösterdik de. Onun içindir ki tonlarca bombanın yağdırıldığı yere tam beş yüz bin insan gitmek istedi. Kurtuluşun kutlu izlerini takip edenler önce meydanları gün aşırı doldurarak ilerlediler,vazgeçilmez sanılan her şeyden maddi,manevi vazgeçtiler. Ve sonra gemiler çıkardılar. Birer ikişer çıktılar, önceleri şehitler verdiler hatta; ammavelakin engellendikçe daha da bilendiler. Bu sefer filolar çıkardılar.filodaki “Gemi” dediklerini de Titanik misali sanmayın,bunlar irili,ufaklı deniz taşıtlarıydı.Yanı sıra Tehdit edildiler, sabotaja uğradılar, seksen taşıt iken kırklara,sekizyüz kişiden altıyüzlere düştüler. Bazen dronlarla saldırıya uğradılar, bazen rüzgâr ile imtihan edildiler. Ama yılmadılar, devam ettiler. Çünkü biliyorlardı: Daha yolun başında hedefe ulaşmışlardı. Evet, hedef; uyanan insanlığın, uyandıranlara gitme niyetiydi. Sabretmeyi, direnç göstermeyi, kararlılığı yani sumudu ve hakikati tavsiye etmeyi onlardan öğrenmişlerdi. Sadece seferdekiler değildi kurtuluşa talip olanlar; onlardan hariç birçokları da merak etmişlerdi bu erdemlerin kaynağını. Ya Müslüman olarak dâhil olmuşlardı bu kervana ya da merak edip yol işaretlerini okumaya başlamışlardı.
Zalimler masa başında oturup.sinsi planlar kurup ,yeni haritalar çizmeye devam ededursun. Allah,ın da bir planı olduğunu, iman edip salih amel ile meşgul olan herkes bilir ve sadece zalimlerin bir inklap ile devrilecekleri gün için çabalar ve beklerler.
Zaman akar, asır geçer, herkes ektiğini biçer. Güç zehirlenmesi yaşayanların ilanihaye zararda olduklarını, aslolanın ise imanın getirdiği emniyet limanında salih amel üretmekte olduğunu gösterir. Benim ıslahımın yeterli olmadığını, bunu ancak “bizim” sermayemize çevirme gayretiyle necatın mümkün olduğunu anlatır.
Mizan kurulduğu gün, amel defteri sağdan verilen; razı olmuş ve olunmuşlar ekibinde, selam ile karşılanan, zorluğun,sıkıntının olmadığı, insanın tahayyül sınırlarını aşan tüm güzelliklerin asıl mekânı olan cennete kavuşmak duasıyla.
Vesselâm.