Yıldızların uzaydaki görevlerinin ne olduğunu bilmiyorum, asla da bilmeyeceğim. Ama bir şeyi

biliyorum: bilgisayarın başına oturup yazmaya başladığımda, oturup işimi bitirdiğimde, ancak o zaman

yaşadığımı hissediyorum.

Tabi evrenin büyük sorularını umursamıyorum. Beni çaresiz ve sınırlı kılan koşullar da umurumda

değil. Sadece yazıyorum, bu beni endişelendirmiyor.

Kendimi anlamak için yazıyorum. Kendimle ilgili küçük bir şeyi anlamak için yazıyorum. Sonra

düzeltmek için küçük bir değişiklik yapıyorum ya da bazen kusurlarımı olduğu gibi kabul etmem

gerektiğine ikna oluyorum.

Kelimeleri cümlelere döküyorum. Ama uzun zaman önce saklıyordum cümlelerimi ve kendimi

gizlemeyi. Artık kim olduğumu bilmek için kullanıyorum.

Araba sürerken ve yan aynayı ayarlarken gözlerime bir göz atmak ve gerçek bir insanın gözüne

baktığımdan emin olmak istiyorum.

Bir okuyucu olmak peki

Her okuyucunun sığındığı bir liman vardır tabi. Sığındığımız limanlarda kendimize ait bir edebiyat

kalesini kurmaya çalışırız. İşte kendimizi bir kitaptaki sokakta, bir şehirde, bir çölde buluruz.

Yalnızlığımıza iyi giden romanlar, öyküler, şiirler denizimizin pusulasıdır.

Her bir kitapta, başka dünyaların bahçesinde uyanır ruhumuz. Birçok kez yaşıyoruz kahramanların

hayatını. Okurken kâh And Dağlarında, kâh Sahra Çölünde, kâh Tuna Nehri boylarında dolaşıyoruz.

Kitap umanında farklı insanları, farklı inançları, farklı dilleri, farklı kültürleri görüyoruz.

Bazen, kahramanların yerine koyarız kendimizi. Biraz Don Kişot’tuk, biraz Raskolnikov’duk, biraz da

Robin Hood’tuk. Firdevsi’nin ülkesinde şahlanışı yaşıyorduk, Babil’in bir şehrinde de gençliğimizi…

İşte her okuyucu kendisine Babil Kulesi’ni yaratır. Tufandan kurtulmak isteyen kimselerin sığınacağı

bir kaledir bu. Tolstoy’un dünyasına, Shekspear’in şiirlerine, Gogol’un paltosuna sığınıyorduk.

Ama bunun yanında

Çelişkiler vardı dünyamızda. Anlamsız davalara meze edilen genç bedenleri toprağa gömüyoruz her

savaşta. İdeolojik kamplaşmalara bölünen insanlar acınacak haldedirler.

Haritada yer kaplamış çoğu millet kıtaları altüst etmiş. İşgallerden fetih yaratmış, kılıçların ucundaki

kan damlası bitmemiş, namluların içi barut kokusu eksik olmadı hiç. Şafakları savaş söker. Akşamı

bozgun ordular karartır günü.

İşte böyle bir dünyada yazan ve okuyan insanlar edebiyattan bir kule inşa etmeye devam edecekler.

Belki bir roman kahramanı veya bir şiir dünyayı kurtaracak. Biz inanıyoruz ki, dünyayı edebiyatın

güzelliği kurtaracak.