Bu hayat bazen sıkıcı olmaya başlar, her ne kadar biz seçmediysek. Birimiz sinirlendi, bir diğerimiz adımlarını süpürdü, toz bıraktı yola. Ya da şöyle de olabilir: belki omuzlarımızın üstüne çöken ağırlıktır, bizi düşman eden kişi.
Düşmandır diyorum. Belki ben, belki hayat ya da üçüncü bir kişidir. Sanki biri ciğerlerimde tünel kazıyormuş gibi görünmez bir şekilde çalışıyor. Tenimle kemiğim arasında uğultulara sebep olur.
Bazen kulağımda üflediğini hissedebiliyorum. Onu benden uzak tutacak bir şey yok. Ne savaş, ne barış. Kıskanç bir aşık gibiydi, acımı günlerime yayarak uyumamı engelliyor.
Sesinin tabutuma bir çivi çaktığını duydum. Nereye gidersem gideyim, beni kovalıyor ve gecelerimi kafamda ateşler yakarak geçiriyor.
Bana karşı, üçüncü bir şahıs için çalışıyor. Beni uzak bir köşeye itiyor. Kafamı karıştırıyor ve gece uzayında beni kesilmiş gibi podyumlara kaldırıyor.
Belki de hayatta kalmamı istiyordu ve ben onu yanlış değerlendiriyorum. Ya da bana karşı birlik oldu ve beni ortadan kaldırmak istedi!
Ama sen kimsin aramızda? Ve bir ses şöyle der:
“Ben dünyanın rahminde biriken buzdum ve buzun altında gizlenen ateştim. Ben yay ve ok… Oku atan eldim. Ben karanlık dipteki öksüz deniz kabuğuydum. Onun için denizcileri öldüren de bendim. Ben Diyojen’in lambası ve Ariana’nın ipiydim.
Seni görmek için sonsuza dek ruhunun çölüne kaçan gölgenin deliğiydim. Ben parmak ve yüzük yapımcısıydım. Aptalın benden nefret edeceği bendim, cahil önümden kaçacak, kendini beğenmiş uçurumuma düşecekti.
Ben gelgit, pusula, yön ve sınırları kaldıran kişiydim. Salyangozların huzurunda görünmez deniz ve uyuyan gökyüzüydüm. Ben bir güreşçiydim, bir gladyatördüm.
Sesim, havamı solumak için engebeli dağlara tırmananlar dışında asla yumuşamadı. Ben hayatın kaldırıldığı toprakların habercisiydim ve sana gönderilen hayat suların döngüleri gibiydi.
Ne rahim doğuran bendim, ne bulut beni emzirdi, ne topraklar beni kuşattı. Sana öğlen yürümeyi, iki dokunuşla kırık camın tazeliğini nasıl geri kazandırdığını öğreten bendim.
Kedilerin tüylerini durduran, kayaların kulaklarını kaldıran hışırtıydım. Boş sandalyede, parmaklarım aynı masada çaprazlanmış ve güzel gözlerine bakan karşında oturan bendim. Ben bu varlığın çocuğu ve büyüğüydüm. Onun hizmetkarı ve efendisi. Sevgilisi ve kaderi…
Sözde belirsizdim, damarlarımda tökezliyor ve her gün içime düşüyordum. Bilinmeyendim, parmaksız eldivenli.
Sana eski kalenin kapısını açıyorum, beyaz bir denizaltı gibi çıkar ve galaksilerin geniş olduğu yerlere birlikte yelken açarsın.”