Bu alelade bir suskunluk değil. Vazgeçmenin suskunluğu da değil, neyin suskunluğu o zaman beklemenin mi ? Ruhuma işlenmiş bu, iliklerime kadar hisseder gibiyim. Olsun iliklerime kadar hissettiğim ilk şey değil ne de olsa. Tam içimin çığlıkları açığa çıkacakken tuttum. Bir farkı olmayacağını biliyordum sanki. Sahi hayat hep böyle karmaşık düzenler mi çıkartır önümüze. Hep kendi dünyamda kendi karmaşıklığımı çözerdim ben. Sanki sonu olmayan dolanmış bir ip yumağı gibiydi. Neydi beni yaşama bağlı tutacak seziş. Neyin arayışı içinde harcıyordum ruhumun kırıntılarını. Mecbur hissediyordum buna kendimi. Bir arayış içinde olmazsam sanki arayış benim içime girip inandığım, inanmak için biriktirdiğim her şeyi benden çalacaktı. Çalınmasın diye miydi her şeye benliğimden çok inanmam yoksa zaten inandığım her şey çalınmış mıydı ? Oysa ruhum yüreğime değen her şeyi kabul etmişti. Fark ettim ki seçeneklerimden çok kestiremediklerim hayatımın yönünü belirliyor. Sonra daha sade birine dönüştüm, dönüştüğüm kişi beni korkutuyordu. Kendimi bulmuştum bundandı korkuyor olmam. Çünkü kendini bulmuşken kafanı çevirip baktığında zamanın kopan bir inci kolyenin incilerini düşürmesi gibi olduğunu fark ediyorsun. Hayatımın çoğu anı sabırlı olmamı öğretti , sessizliğimi görmemi sağladı, duygularımdan zaman istemem gerektiğini bir soğuk hava gibi yüzüme de çarptı. Bende bazı cümlelerimi zamana bıraktım. Ne de olsa sustuğum her şey için bir gün haykırmayı hayal ediyordum. Susmak, sessizlikten fazlası konuşmaktan daha gürültülü olanıydı...