Toplum olarak en büyük problemimiz anlatılan birçok şeye sorgulamadan ve kırmızı çizgilerimiz olmadan inanmak. Önümüze sunulan her kaideyi gerçekmiş gibi sahiplenmek çürütüyor algılarımızı. Kendi doğrularımıza bile bu denli inanmaz, tutunmazken; tabiri caizse, her kafadan çıkan sese kulak veriyoruz.
Bilgiye vakıf olmak imkânsız değildir; fakat hakikatin kapısı, içten bir arzu ve sarsılmaz bir iradeyle arayanlara açılır. Aydınlanmak isteyen her zihin, kirliliği kabul etmelidir ki berrak olanı bulabilsin.
Hakkı aramak onu savunmaktan çok daha kapsamlı bir çabadır. Savunmak; bir şeyin doğruluğunu kabul etmekle sınırlıyken, aramak sürekli bir keşiftir. Hak evrenseldir. Hakikati flu çizen el, sahteliktir.
Gerçek bir vukufiyet, dışarıdan gelen sesi susturmakla değil; iç sesin fısıltısını duymayı öğrenmekle, yani derin bir idrakle başlar. Elbet iç sesimizin gürültüyle karışacağı anlar olabilir.
Bilgi kılığına girmiş kanaatler, bizi kolay yoldan ve konforumuzu bozmadan ele geçirmenin peşindedir. Dış dünyadaki yanılsamaları eleyerek ilerlemek, kirlerden sakınmamıza yardımcı olacaktır.
Hakikati aidiyet yükü taşımadan bulmaya çalışmak, belki de en iyi kabulleniştir.
İnsan, aklın uğultusu dindiğinde ve yüreğiyle baş başa kaldığında, hakikat en çıplak hâliyle belirir.