Çoğu zaman sonuç odaklı olamayız, hep bir sonraki adımın ne kadar kötü, can sıkıcı olacağıyla efor sarf ederiz. Oysa sonucun bizi hoşnut etmeyen şeylerden [eylemlerden] kurtaracağını düşünürsek çıkmaz sokaklarımız kalmaz. Hepsinin kapısını buluruz, tabi bazen kapıya varsak da anahtarı düşürmüş olabiliyoruz. Aynı yolu tekrardan geçip anahtarı bulmaya çalışıyoruz, aklımıza hiç yedek bir anahtarın var olabileceği gelmiyor. İşte bazen hayatta başımıza gelen tatsız olaylar da buna benziyor. Alternatiflerimizi es geçip kendimizi en kötünün avuçlarına savunmasızca bırakıyoruz. En ızdırap hislerle doluyken kendinize hakketmediğiniz durumları yaşatmaktansa o derinliği koca bir sessizlikle doldurmalısınız. Çünkü içinden çıkamadığımız halleri ancak suskunluğumuz anlatır. Sessizlik en büyük çığlıktan daha büyüktür. Bu durumu bize yaşatan, hissettiren bazen çok sevdiğimiz bir insandır… Zaten insanın en çok kızdığı çok sevdiği, çok anlam yüklediğidir. Böyle durumlarda bazı kopuşlar yaşanır, duygularınız hiçe sayılır ve garip bir duygu durumu içerisinde bulursunuz kendinizi. Bir sonraki aşamada içten bir afla bulutlar gibi hafifleyeceğinizi hissedersiniz. Aslında böyle hissedenler, genelde kalbinin sesini dinleyen, sevginin ve saygının her şeyi yenileyebileceğini düşünen o naif insanlardır. Ne gibi bir durumun içine itilmiş olsalar bile vardır hep bir ümidi o insanların. Kalbinizin en bulanık anlarda dahi attığını hissettiğiniz zaman vazgeçmek gibi bir seçeneğinizin olduğunu görmek bile istemezsiniz. Varmak, anlaşılmak ve kavuşmaktır odak noktası. Hayat her daim inişleriyle ve çıkışlarıyla dillerimizde ün sahibidir. Hayatın akışıdır inişler ve çıkışlar. Bazen inemeyişler yorar bazen de çıkamayışlar… Ama bu hep böyle devam edeceği anlamına gelmez. Bazen bazı imkansızlıklar bir sese, bir bakışa, bir insana bağlıdır...