Bundan 3 yıl kadar önce; 21 Eylül 2012 günü gazetemize CHP ne yapmak istiyor? başlıklı bir yazı yazmış, barışçıl çözüm taleplerinin yükseldiği o günlerde CHP‘nin Oslo görüşmelerini gündeme taşımasını ve tarafları ‘ihanetle’ suçlamasını eleştirmiştim.

O günlerde Türkiye, Oslo sonrası yaşanan kanlı bir çatışmadan çıkmanın, İmralı sürecini başlatmanın arayışı içindeydi.
Böylesi hassas bir süreçte CHP de yangına körükle gidiyordu.
CHP sözcüsü Haluk Koç, Meclis’te yaptığı neredeyse her toplantıda Oslo görüşmelerini ‘ihanet’ olarak değerlendiriyor, hükümete ve Kürt hareketine veryansın ediyordu.
Yazımda, Türkiye’nin tarihi boyunca Kürt meselesinde attığı tek olumlu adımın Kürtlerle görüşmek olduğunu belirtmiş, CHP’nin buna karşı çıkmasını eleştirmiştim.
Ayrıca görüşmeleri AKP Hükümeti yaptırmış olsa da, bu partinin Kürt sorununu tek başına çözemeyeceğinin,CHP’nin de sürece dahil edilmesi gerektiğinin de altını çizmiştim. 
Bugün de aynı şeyi düşünüyorum.
CHP’ye rağmen Türkiye’nin Kürt sorununu kalıcı bir biçimde çözmesinin mümkün olamayacağına inanıyorum.
Ne var ki bunca acıya ve yıkıma rağmen CHP’nin tavrı da değişmiyor. Zaman zaman değişecek gibi görünse de değişmiyor. 
‘Modern Türkiye’nin kurucusu bu parti barışçıl çözüm yolunda inisiyatif alacağına ve çözüme katkı yapacağına, karşı çıkıyor. AKP Hükümeti’ni Kürtlerle oturup konuştuğu; birlikte bir çözüm yolu aradığı için suçluyor.
CHP son seçim stratejisini de bunun üzerine bina etmiş bulunuyor. Bir yandan Kürt sorununu ben çözeceğim diyor ancak, diğer yandan çözüm yolunda Cumhuriyet tarihi boyunca atılmış tek olumlu adıma da karşı çıkıyor!
Sayın Kılıçdaroğlu son günlerde sürekli olarak Oslo sürecini gündeme getiriyor ve hükümeti Oslo’da ve İmralı’da Türkiye’yi bölmenin pazarlığını yapmakla itham ediyor.
Bunu amaçla kayıt altına alınmış bazı belgeleri gördüğünü söylüyor.
Tabii, sözü edilen belgelerin gerçek olup olmadığı bir yana, bunların CHP liderinin eline nasıl geçtiği biliniyor.
Oslo görüşmelerini sızdıranların söz konusu belgeleri Kılıçdaroğlu’na verdiği anlaşılıyor. Ayrıca anlaşıldığı kadarıyla Cemaat - CHP işbirliği de tam gaz devam ediyor.
CHP bu yüzden, tıpkı Gülen Cemaati gibi, ‘Oslo’da PKK’yle ne görüştünüz?‘ ya da ‘PKK‘ye ne verdiniz?‘ diye feveran ediyor.
Öte yandan ortada bir görüşme olsa da, alınıp verilen bir şeyin olmadığını en iyi CHP biliyor. Biliyor bilmesine ama, buna rağmen zihinleri bulandırmayı sürdürüyor.
CHP bunu yaparak hem hükümeti seçim öncesi zor durumda bırakmayı hem Kürt hareketinin meşruiyetini sarsmayı hem de olası yeni bir görüşme sürecini zora sokmayı hedefliyor.
CHP bunu yaparak aslında kendisine ve Türkiye’ye kötülük ediyor. Zira, nesnel süreç ve Türkiye’nin şartları onun farklı bir tutum almasını gerektiriyor.
Şartlar CHP’den AKP’yi PKK ve Öcalan’la görüştüğü için değil, bu görüşmelerden sonuç alınamadığı; ülke barışçıl çözüme kavuşamadığı için eleştirmesini zorunlu kılıyor.
Türkiye’nin içinde bulunduğu iç ve dış koşullar AKP’ye yönelik esaslı bir eleştiriyi ve karşı koyuşu gerekli kılıyor ancak, CHP bütün meseleleri bir yana bırakmış, bu hükümetin attığı tek olumlu adımı hedef alıyor.
Kürtlerle bir masa etrafında oturulmasını; Oslo’da ve İmralı’da soruna birlikte çözüm aranmasını eleştiriyor.
Aslında mevcut iç ve dış koşullar CHP‘ ye iktidar olmak da dahil önemli fırsatlar sunuyor ama, CHP’nin bunları değerlendirecek basirete ve kapasiteye sahip olmadığı anlaşılıyor.
Diğer yandan Kürt tarafı da CHP’nin Oslo karşıtı kampanyasını görmezden geliyor.
CHP, AKP’yi PKK ve Öcalan’la görüştüğü için suçluyor fakat, Kürt medyası ve siyaseti sadece olayın AKP boyutuna odaklandığı için işin bu tarafını göremiyor.
Oysa CHP’nin bu kampanyası AKP’den çok Kürtlere zarar veriyor. Zira CHP, PKK ve Öcalan’la görüşmeyi bir ‘suç’ hatta, ‘ihanet’ olarak sunuyor.
Kılıçdaroğu görünürde AKP’yi köşeye sıkıştırıyor fakat, özünde Kürt hareketinin boynuna yeniden ‘terörizm’ yaftası asmaya çalışıyor.
Bunu da gözden kaçırmamak gerekiyor.
Ayrıca ister Oslo’da ister İmralı’da yapılsın bu görüşmelerin bu ülkeye ve bu ülkede yaşayan herkese çok şey kazandırdığı biliniyor.
Dolayısıyla nerede yapılmışsa yapılsın, adil ve kalıcı barışın yolu buradan geçtiği için bütün bu görüşmelere sahip çıkmak gerekiyor.
Buradan geri adım atılması binbir bedel ödenerek elde edilen kazanımların heba edilmesi anlamına geliyor.
Türkiye’nin bu noktadan geriye düşmesine izin vermemek gerekiyor.
Elbette Kürt tarafı sık sık AKP’nin bu görüşmelere samimi yaklaşmadığı eleştirilerini yapıyor ve bunda haklı da görünüyor.
Ancak AKP samimi olsa da olmasa da, bunun bir devlet politikası olduğunu görmek; devleti ve hükümetiyle Türkiye’nin Kürt hareketi ve lideriyle görüşmesinin bile önemli olduğunu bilmek gerekiyor.
Kürtlerle Türkler bölgenin yeniden dizayn edildiği, küresel sistemin ezilen halklara baskı, talan ve çatışma içeren yeni gelecekler belirlediği bu süreçte görüşmeyecek de ne yapacaklardı?
İyi ki görüşmüşler demek; yine görüşsünler, sonuç alıncaya kadar görüşmeye devam etsinler diye ısrar etmek ve bundan taviz vermemek gerekiyor.
Hem görüşmek görüşmemekten, konuşmak konuşmamaktan her zaman iyidir ve de kıymetlidir. Türkiye bunun ne anlama geldiğini çatışmasızlıkla geçen 2,5 yıl içinde yaşayarak öğrenmiştir.
Evet; öncesi bir yana PKK ve Türk devletinin yetkililleri 2009 ile 2012 yılları arasında tam 10 kez görüşmüşlerdir.
Bir masanın etrafında karşılıklı oturmuş, birbirlerini dinlemiş, eleştirilerini, önerilerini ve gelecek perspektiflerini dile getirmişlerdir. Dediğim gibi iyi de etmişlerdir.
Kaldı ki o dönemde yakalanan fırsat bu ülkede yaşayan herkes için hayati önemdeydi. Türkiye tarihinde ilk defa Kürt sorununu diyalogla çözme fırsatını elde etmişti.
Fakat, ne yazık ki o süreç yürümedi.
Yıllar süren görüşmelerin ardından barışçıl çözüm olasılığı güçlenmiş, barış elle tutulacak kadar yakın hale gelmiş olsa da, ‘Oslo süreci’ adı verilen o süreç iç ve dış müdahalerle çökertildi.
Daha sonra da bilindiği gibi İmralı sürecine geçildi. O süreçte şimdi tıkanmış durumda.
Süreç yeniden başlar mı, başlarsa ne zaman ve nasıl başlar? Bunları bugünden kestirmek mümkün görünmüyor.
Ancak tarafların er ya da geç görüşme masasına geri dönecekleri biliniyor. Kimsenin bundan kaçma şansı bulunmuyor. Hayat buna izin vermedi, vermiyor.
Bu nedenle geçmişteki görüşmelerin manipüle ve mahkum edilmesine izin vermemek gerekiyor.
CHP’nin Cemaat’la birlikte yürüttüğü kampanyanın tehlikeli olduğunu, çözüm yolunda elde edilen kazanımları hedeflediğini görmek gerekiyor.
Son olarak; Oslo’da ne konuşuldu, tutanaklarda ne vardı derseniz, PKK lideri Öcalan’ın sunduğu , Dolmabahçe’de açıklanan 10 maddelik protokole bakın derim.
Öcalan orada, Türkiye’nin çoğulcu yapısından yola çıkarak farklı ulusal ve kültürel dinamiklerin hak ve özgürlüklerini genişletmeyi, toplum devlet ilişkisini demokrasi ve özgürlükler temelinde düzenlemeyi, devleti preferiye kaydırarak küçültmeyi, eşit vatandaşlık bilincini ve yerel demeokrasiyi güçlendirmeyi talep etmişti.
İmralı’dan sürekli olarak bu ülkede yaşayan hiç kimsenin itiraz edemeyeceği, herkesin ve herkesimin çıkarlarını gözeten ‘protokol metinleri’ geldi.
Oslo'da sunulan metin de bunlardan biriydi ve kaldı ki AKP Hükümeti bunu bile kabul etmedi.
CHP buna niçin ve kimin adına karşı çıkıyor? Sayın Kılıçdaroğlu açıklasa da öğrensek...
26.10.2015
[email protected]