Hayat, bir nehrin akışı gibiydi. Durduğunu sanırsın, oysa her an yenilenir, her saniye başka bir şeye dönüşür. İnsan da öyle… Kimi zaman kıyıya vuran bir yaprak misali, bir köşede çakılıp kaldığını zanneder. "Artık oldum" der, gözlerindeki merak ışığı söner. Oysa gerçek büyüme, tam da o anda, "Daha yolun başındayım" diyebilmekte saklıdır.
Bir kelebek, kozasını "yeter" diyerek terk etseydi, kanatları asla güneşi yakalayamazdı. İnsan da "oldum" dediği an, ruhunun kanatlarını kırar. Oysa her soluk alış, yeni bir başlangıçtır. Her düşüş, daha yükseğe sıçrayışın provası. İmam-ı Azam'ın o muazzam sözü yankılanır zamanın koridorlarında: "Bilmediklerim ayağımın altında olsaydı, başım göğe değerdi." Ne büyük bir tevazu, ne derin bir hakikattir bu! Bilmenin sonu yoktur, çünkü her öğrendiğimiz, bilmediğimiz okyanusun kıyısına bırakır bizi.
"Oldum" diyen, kendini taşlaştırır. "Oluyorum" diyense, bir bahar dalı gibi esner rüzgârla. Bugün dünkü ben değilim; yarın da bugünkünden farklı olacağım. Belki de insanın en dokunaklı hikâyesi, hiç bitmeyen bu dönüşümüdür. Her sabah uyandığımızda, gözlerimizdeki ışık biraz daha farklı değil midir? Her ayna, bize yeni bir yüz gösterir.
Şimdi kendinize sorun:
"Bugün hangi duvarı yıktım?
Hangi karanlık köşeye bir mum yaktım?
Yüreğime hangi yeni rengi kattım?"
Nehirler durduğunda çürür, insan dönüşmediğinde ölür. Aslolan, varmak değil, yolda olmaktır. Her adım, bir sonraki için bir ilhamdır. Ve belki de hayat, tam da o "oluyorum" dediğimiz anlarda, bize en güzel sürprizlerini sunar.
Çünkü insan, bitmeyen bir şiirdir.
Her mısra, bir öncekinden daha derin...
Her nokta, aslında bir virgüldür.