Rahman’ın adıyla...

“Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle nice çok topluluğa galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 249)

Kemiyetin keyfiyete; niceliğin niteliğe, çokluğun azlığa yeğlendiği zamanlarda, asıl değerin ve güzelliğin tam tersinde gizli olduğunu anlatmak da, anlamak da zor bir zanaat olsa gerek.

Kavramlarımızın mihenk taşı Kur’an’dır ve ölçülerini belirleyen de Rabbimizdir. O hâlde, Rabbimizin nitelik ve nicelik konusunda neyi murat ettiğine bakalım.

Kur’an perspektifinden konulan ölçülere göre, nitelik nicelikten çok daha kıymetlidir. Çoğunluk, bilinenin aksine, genellikle olumsuz bir sıfat olarak geçer:

“İnsanların çoğu şükretmez.” (Bakara, 243)

“İnsanların çoğu fasıktır.” (Âl-i İmrân, 110)

“İnsanların çoğu zanla konuşur.” (Âl-i İmrân, 110)

“Onların çoğu sağır ve kördür.” (Mâide, 71)

“Onların çoğu inanmaz.” (Hûd, 17)

“İnsanların çoğu iman edecek değildir.” (Yusuf, 103)

“İnsanların çoğu şirk koşmadan iman etmez.” (Yusuf, 106)

Görüldüğü gibi, ayetler bize kafa sayısının değil, nitelikli bir azınlığın değerli olduğunu açıkça göstermektedir.

Peki, bu nitelikli azınlık hangi değerleriyle bu övgüye layık görülmüştür? Bu özellikler nasıl şekillenmiş, nasıl korunmuştur?

Konuyla ilgili bazı ayetler şöyle:

Rabblerine kavuşacaklarına iman ederler. (Bakara, 46)

Allah’a dayanıp güvenirler. (Âl-i İmrân, 122)

Mal ve canlarıyla cihat ederler. (Nisâ, 95)

Namazlarını korurlar. (Nisâ, 103)

Allah anıldığında yürekleri ürperir. (Enfâl, 2)

İnfak ederler. (Bakara, 3)

Allah ile “kârlı bir ticaret” yaparlar. (Tevbe, 111)

Tevbe eder, dinlerinde samimidirler. (Nisâ, 146)

İlimde derinleşirler. (Nisâ, 162)

Allah’ı ve Resûlü’nü dost edinirler. (Mâide, 55)

En güzel öğüde tabi olurlar. (A’râf, 2)

Sadece bunlar olmamakla birlikte, bu kadarını bile kendisinde cem edecek örnek bir topluluğun bu uğurda azamî gayret sarf etmesi gerektiğini söyleyen Kur’an; buna mukabil, azgın çoğunluğa karşı az ama nitelikli azınlığın ne ulvî zırhlarla kuşanmış, ne tılsımlı değneklerle desteklenmiş olduğunu; aksine, zora talip olanlardan olduklarını bildirir.

İstisnaî de olsa, paylarına bazen gül bahçesinde gül dermek düşse de, genellikle bataklıktaki sivrisineklerle tek tek savaşmak durumunda kalırlar.

Keyfiyeti kemiyete tercih edenler, iddialarının nasıl bir sorumluluk getirdiğinin farkında olan gönüllü neferlerdir.

Onlar herkes gibi değildirler ve bundan bilinçli olarak uzak dururlar. Çünkü bilirler ki aynileşmek, sürüleşmektir.

Sûreten herkes gibi, sireten hiç kimse gibi yaşarlar.

Onlar çoğunluğun konuştuğu gibi konuşmazlar. Bilirler ki kelimenin de bir hakkı, bir ahlakı vardır üzerlerinde.

Herkesin güldüğü şeyler onları güldürmez; aksine hüzünlendirir. Çünkü kahkaha ile örtülen basitliklerin sadece bir maske olduğunun farkındadırlar.

Bunun gibi, çoğunluğun ağladığı şeyler de ağlamaya değer değildir nitelikli azınlık için.

Eğlendikleri şeyler eğlendirmez; bekledikleri, umut dedikleri şeyler umutlandırmaz onları. Çünkü hiçbirinin bir anlamı, bir gayesi, bir değeri yoktur.

Çoğunluğun aksine, nitelikli azınlık yeri gelir kötülükle mücadelede kelâmını kullanır, yeri gelir kalemini...

Bazen üstünde eşofman, ayaklarında terlik ile düşmana karşı meydanda mücadele ederken bir de bakarsın, başka bir yerde ilmi ile cehd eder.

Şartlar ,zanan ve mekân farklı olsa da değişmeyen tek şey yolda olmasıdır.

Çünkü yapması gerekenin “sâye sarılmak” olduğunu bilir, zira başka yol bir bilmemektedir.

Nitelikli azınlık, kendisiyle yaşıt tarihe nakış nakış işlemiştir hayat kodlarını.

Bir bakmışsın, Âdem’in tövbesinde bulmuştur erdemini; Nuh’un gemisi olur, tufandan kaçırdığı bir avuç tohumla yeşertir medeniyeti.

Başka bir zaman diliminde, Lût’un sabaha yakın kör karanlığında yanındaki pek azınlıktan biri oluvermiştir .

Zindanda hür, sarayda aziz Yusuf ile selâm verir her bir yarenine.

İbrahim’in yandığı kelimât ateşinde onunla birlikte yananlardan olmaya talip olur.

Tâlûtun ordusunda Dâvûd, Musa’nın veziri Hârûn, Zekeriya’ya armağan Yahya, Îsâ’ya destek havari ve Muhammed’in biricik eşi Hatice, dostu Ebû Bekir davadaşı Ömer olarak karşımıza çıkar.

Çatlak seslere inat, senkronize bir koro halinde hakkın nidasını yükseltmek uğruna feda eder kendini.

Kitle olmaya talip değildir. Mesela bilir ki kitleler sadece maruz kalırlar.

Cemââdât olmaya karşıdır, çünkü yaşamın dondurulamayacak kadar aktif olduğunun bilincindedir.

İnsanları, olayları, olguları değerlendirmesinde hikmet ve ferasetiyle farkını hemen fark ettirir.

Vakit öldürmekten vakti diriltmeye kaçar; boş lakırdıyı sevmez.

Bilir ki, boş sözün olmadığı yer cennettir (Meryem, 62).

Okumayı bir lütuf bir lüks gibi değil, bir emir ve gereklilik olarak algılar.

Okudukça okur, okudukça gelişir. Fakat bilgin olmak uğruna malumat furuşluk taslamaz

Kimseye. Bilgisi arttıkça kibri yerlerde sürünür. Ve bilgiyi ilgiden koparmaz asla.

Rabb’ine olan ilgisi arttıkça, yaratılmışlara karşı da ilgisi aynı paralelde seyreder.

Bir yanı merhamet deryasıyken, öte yanı kutlu bir öfkeyle dimdik durur ayakta.

Azgın çoğunluk için görsel ve materyal olan her şey kıymetlidir.

Tüm varoluş kaygıları bu minvaldedir.

Beş duyu ile elde edileni kaybetmemek uğruna bin yıl yaşamak isterler. (Bakara, 96)

Nitelikli azınlık, eşyaya kıymet biçmeyi hikmet üzere refere eder.

Tenekeye altın muamelesi yapmadığı gibi, altını da çerçöp ile karıştırmaz.

İşi vaktinden çoktur mevcut azınlığın; çünkü şu emre iman etmiştir:

> “Bir işten yorulunca, başka bir işe koyul.” (İnşirah, 7)

Çoğunluk gündeme teslim olup rüzgârın savurduğu bir yaprak gibi oradan oraya savrulurken, keyfiyete talip olanlar kendi gündemlerini kendileri belirler.

Arkalarına rüzgârı alıp yürürler ve o rüzgârın gücü dalga dalga yayılır.

İnsanların çoğunun hüsranda olduğu vakit, kurtulanlardan olmanın karekodlarının iman, sâlih amel ve tebliğ olduğunu anlamışlardır.

Çoğunluğa rağmen damarlarındaki kanı kutsamazlar; ırkçılıktan nefret ederler.

Fakat söz konusu millet ve ümmet ise, geriye kalan her şey teferruattır artık.

Rûyeten tanışmadığı ama sireten tanıdığı için vazgeçebilir canından.

Onun için ağlar, onun için dertlenir. Zira

Bir bütünü oluşturduklarının farkındadır.

“Mış gibi” yaşamaktan fersah fersah uzaktır.

Öyle ki; riyaya, rüyasında bile tahammülü yoktur.

Çoğunluk gibi sadece “ben” demez, “biz” demeyi ve bu felsefeyle yaşamayı özümser.

Bu ilkelerle yola çıkmak kadar, yola devam etmenin de şart olduğunu bilir.

Çıkarı söz konusu olduğunda “biz”in içinden “beni” alıp sıvışmaz.

Yeni benlerin bencilliğini, “bize” tercih etmez.

Ortalaması olacağı beş kişiyi, azınlıktan; nitelikli, kaliteli topluluktan seçer.

Süni kokulara değil, hakikatin rayihasına muttali olur.

Çoğunluk her şeye kulak kabartırken, onlar safsataya kulaklarını tıkarlar.

Nitelikli sözlerin avcıları olurlar ve aşağısı kesmez artık onları.

Kafa sayısının önemi yoktur onlar için.

Bazen kalabalıklar içinde asil bir yalnızlık olsa da, içleri bir ümmet kadar kalabalıktır.

Çünkü sığ bir dünyaları yoktur onların.

Kendilerini kabul ettirme dertleri yoktur.

Reklama, eşantiyona ihtiyaçları olmaz.

Çünkü hakikatin adamlarıdır onlar.

Ve hakikat bir güneştir; balçıkla sıvanmayacak olan...

Dalga dalga yayılsa da çoğunluk. Bir deniz köpüğü misali geçici olduğunun bilinci ile hareket edenlerden yana. Az da olsalar nitelikli oldukları için her daim görece değil hakiki manada kazananlardan olmak duasıyla...

Vesselâm.