Cumartesi günü Van’da AK Parti’yi destekleyen iki gazeteci arkadaşla karşılaştım.

 

“Urartu Oteli’nin terasına çıkıp AK Parti’nin büyükşehir belediye başkan adayının tanıtım mitingini izleyelim” dediler.

 

Kabul ettim.

 

Sokaktan otele doğru gittiğimizde program sunucusunun sesi yükseliyordu: “Size müjdeli bir haber vereceğim”

 

Nedir acaba bu müjdeli haber diye iyice kulak kesildim.

 

Aynen şunu diyordu: “Son ankete göre Van’da AK Parti yüzde 48, BDP yüzde 43…”

 

Üçüncü sırada Saadet Partisi’nin adını zikrediyordu da oy oranını tam olarak duyamadım.

 

Tam otelin kapısından içeri girecekken, AK Parti İl Başkanı Abdullah Aras’ın konuşması başlıyordu: “Bu mahşeri kalabalık…”

 

Daha kalabalığı görmediğim için “çok kalabalık herhalde” diye düşündüm.

 

Otelin terasına çıktık.

 

Daha sonra bir milletvekili de aynı şeyi söyledi: “Bu mahşeri kalabalık…”

 

Yanımdaki AK Partili gazeteci arkadaşın yüzü düştü bir anda.

 

Daha ben söylemeden o atladı: “Bu mu mahşeri kalabalık?”.

 

Ve işin ilginç tarafı o gün gece geç saatlere kadar sosyal medyaya takılan milletvekilinden bütün partililere kadar her AK Partili bu ‘mahşeri kalabalıktan’ bahsetti.

 

Kendisine son derece inandığım bir AK Partili milletvekili de, ondan beklemediğim bir şekilde twitter üzerinden bir fotoğraf paylaşmış ve yine o birkaç saat önce ‘mit’ haline getirilen ‘mahşeri kalabalık’ ifadesini kullanmıştı.

 

Ortalıkta mahşeri bir kalabalık yoktu, bunu açıkça söylemeliyim.

 

Söylemeliyim ki, AK Partililerin gerçek düşüncelerine tercüman olayım. (AK Parti’yi hep destekleyen gazeteci arkadaşa söyledim. Bu topluluğun mahşeri bir kalabalık olmadığını onun yazması gerektiğini ifade ettim. Yazmadı. Aynı şey BDP’yi sürekli destekleyen arkadaşlarda da mevcut. İnandıkları, gönül verdikleri partinin yanlışını, eksiğini, gediğini yazmayı istemiyorlar benim gazeteci arkadaşlarım. Çünkü onlar da bu propagandanın bir ayağı…Yazık!)

 

Seçim sürecinde gerçekleri dile getirmek, yanlışları ifade etmek propaganda kurallarına aykırı!

 

Propagandanın değişmez matematik hesabıdır: Eğer miting sizin partinizinse bin’i on’la çarpacaksın; rakip partininse bin’i on’a böleceksin.

 

Böyle yaparak seçimi kazanabilir misiniz, işte orası soru işareti! (2004 Yerel Seçimleri’nde BDP geleneği bunu yapmış, seçimi kaybetmişti. 2009’da AK Parti yapmış, onlar da kaybetmişti…)

 

AK Partililer cumartesi akşamı bir araya gelip, “Yahu mahşeri kalabalık falan dedik de, sadece milletvekillerinin yakınları, ilçe belediye başkan aday adayları ile il yönetimi ve başkanın akrabaları vardı” şeklinde bir değerlendirme yapmışlar mı, bilemiyorum.

 

Yapmalarında fayda var.

 

Yoksa kendi kendilerine propaganda yapıp, sosyal medya üzerinden birbirlerine gaz verip dururlar…

 

Benim gördüğüm, büyükşehir için herhangi bir programları yok, ne yapacaklarını onlar da bilmiyorlar.

 

“Bi kazanalım gerisi gelir” durumundalar.

 

“Bi kazanalım gerisi gelir” demekle olmuyor, kazandıktan sonra gerisi gelmiyor çünkü.

 

Bu durum BDP’de de böyle.

 

Şuana kadar iki partinin de adam akıllı bir projesinden, programından bahsetmek mümkün değil.

 

Taraftarlarının sosyal medya üzerinden birbirlerine hakaretlerini, laf sokma çabalarını proje, program olarak okumayacağımıza göre…

 

Kalabalıklardaki kelle sayısını ‘propagandanın matematiği’ne uygun hesaplayarak, kafamızı iyice şişirmelerinin ötesinde; yerel politikalarla insan onuruna yakışır bir kent anlayışı geliştirmelerini ve bu kent anlayışı çerçevesinde program ve proje hazırlamalarını (ama absürt değil, uygulanabilir) bekliyoruz.

 

Bizim derdimiz budur çünkü…

 

ZENGİNLERİN YALANI!

 

Bir önceki yazıyı, “Seçmek yoksulun, seçilmek zenginin hakkıdır bu topraklarda” diye bitirmiştik.

 

Öncesinde; Van’da, özellikle iktidar partisinden aday adayı olanların istisnasız hepsinin zengin olduğunu söylemiştik. (Bundan önceki bütün genel ve yerel seçimlerde olduğu gibi)

 

Zengin aday adayları buna çok kızdılar.

 

Kızgınlık da zenginin hakkı nasıl olsa!

 

Yoksul kızamaz, yoksul sesini çıkaramaz; oturur, zenginlerin onlar için düşündüğü, planladığı hayatın gereklerini yerine getirir…

 

Karar mercilerinde zenginin oturduğu ya da ısrarla oturmak istediği ‘yoksul’ bir toplum ve onun tercihleri…

 

Ve bu tercihleri yönlendiren ‘zenginlerin yalanları’!

 

Ve o yalanlara çanak tutan yerel medyamız.

 

Sorgulamadan, eleştiri süzgecinden geçirmeden, tam bir biat içerisinde…