Türk hamamı milletler arası bir şöhrete erişmiş medeniyetimizin  önemli kurumlarındandır. Hamam ismi "Turkish Bath" ancak Türklere izafeten dünyaya yayılmıştır. Bir İngiliz bir Çin bir Hollanda veya bir Hint hamamı yoktur amma bir Türk ve bir Roma hamamı vardır. Roma hamamının tarihe karışarak yerinde yeller estiği halde Türk hamamının halâ ayakta durması medeniyetimizin temizliğinin ve paklığının kurumsallaşmış nişânesi sayılır. 
      Bizim medeniyetimizde ölü veya diri her başlangıç her yolculuk, her mâcera hamam ile tamamlanır. Hamam, her işin hem başlangıcı hem neticesi olmaz mı? Doğar doğmaz insanı ılık suya sokarlar, çıkarken de öyle. Zaten insanlara biri ilk, biri de son olarak dokunan ebe ile ölü yıkayıcı, bir birinin hizmetini tamamlayan bu iki meslek, su ve sabunla iş görürler. Türkçede suya sabuna dokunmamalı deriz. Ne gariptir ki doğar doğmaz ilk evvel bunlar dokunur insana.  İyi veya fenâ hangi iş vardır ki, hamamla başlayıp hamamla bitmesin? Düğün, eğlence, yolculuk, hastalık, ille hastalık. Hülasa hamam hayatımızda daima başlangıç ve son olur. 
     Van’da hamam sefâları eski şehir hayatının çok çeşitli safhâlarını içeren zengin enstantaneleri aksettirir. Hamam günleri de bu şehir hayatının en önemli kısımlarından biriydi. Hamama gitme telâşı bir hafta önceden başlar  daha geceden bohçalar hazırlanır evde  perdeden tutun çarşaf, esvap, kırlent örtüleri mendile varıncaya kadar ne varsa bohçalara doldurulur denkler hazırlanırdı. Sırmalı havlular, ipekli peştamal,  sedefli gümüşlü nalınlar, bohçalara doldurulurdu. Kemik ibrişim taraklar lifler ise kildanlıklara koyulurdu. Antep işi sabunlar hamam tasları gümüş buhurdanlıklar iç çamaşırlar, gömlekler, lif sabun bohçalara koyulmak suretiyle ertesi gün yola revân olunurdu. Gittiğimiz hamam evimize yakın tepesi cam gözenekli kubbesiyle, külhân tarafında alttan dumanla ısıtılan mermer kaplı göbek taşıyla oymalarla işlenmiş müzeyyen kurnalarıyla eski usul pirinç musluklarıyla Van’ın  o vakitler en güzel hamamlarından biriydi.
        Bazı haftalar hamam sefâlarında hısım akraba konu komşunun kadınları da hamama davet edilirdi. Bazı hamam günlerinin pek gösterişli ve adeta bir düğün gibi kalabalık olduğunu hatırlıyorum. Hamamda bazen dolmalar, turşular şerbetler, kahveler çaylar da ikram edilirdi. Şehrin o vakitlerinde yedi yaş altındaki biz erkek çocuklar için hamam sefâdan çok ezâ ve cefâ olduğunu söylesem yeridir. Çocukluğumun hamam günleri sabun köpük ve kızgın sular eşliğinde yanan gözlerimiz, kubbesinde çınlayan takunya sesleri kadar başımıza yediğimiz  hamam taslarının acısı ve çınlaması demekti.
 O hamam günlerinde kurnaların başındaki pirinç musluklardan dökülen suların hamamın akustiği içindeki uğultulu yankısını pek iyi hatırlarım. Yarı loş, buharlara gömülü, sımsıcak hamam  kadınlar için kemiklere zevk, gözlere fer, cilde ferâh, dimağa keyif verse de yedi yaşın altındaki biz erkek çocuklar için  adeta cehennem sıcağının içinde  sert keselerle gaddarca körpe derilerimizin soyulması demekti.  Daima başımızı dik tutmamız istenir başımızı dik tutamadığımız anlarda bakır hamam tasının dank!!! sesi hamamın kubbesinde değilse bile kulaklarımızda yankılanırdı. Hamamın o ateş gibi suları altında tenimizin haşlanması gözümüze kaçan sabun köpüğünün acısından anamızın kollarının altından her firar etme teşebbüsümüz  başımıza yediğimiz o hamam tası ya da dirsekle   neticesiz kalırdı. Çaresiz kurbanlık koyunlar gibi kaçınılmaz sonumuza razı gelip kendimizi anamızın dizleri arasında sıkışmış bulurduk. Hamam o saatlerde haşlanmış bedenlerimizle gözyaşı ve sabun köpüğünün birbirine karıştığı işkenceye dönüşürdü. Biz çocukların yıkanma faslı bitince ancak bir işkenceden kurtulan mahkumun sırasını savması türünden bir ferâhlık duyardık. Nihayet çocukları yıkama faslı bitince sıra kendilerine gelirdi. Biz o körpe yaşlarda hamamın yarı üryan dekoru körpe zihnimizi celb etmese de bir gün ya hamam sahibi kadın ya da natır tarafından anamız bir köşeye çekilerek “Kız vaylii!! baci senin bu uşağın gözleri velfecri okuyor oldu olacak kocanı da hamama getireydin bari!!!” uyarısından sonra bu uyarı hamam eziyetinden ebediyen kurtulduğumuz yaşa geldiğimizin habercisi olurdu. 
      Ben o yaşlarda hamamın bir kız beğenme yeri olduğunu bilemezdim. Hamamda annelerin, hısım akrabanın gözleri kızların üzerinde olur. Alıcı gözlerle genç kızlar izlenir soyuna sopuna yakışan, helâl süt emmiş, eli ayaklı kızların vücudunda bir arızası olup olmadığı hissedilmeden tetkik edilirdi. Hamamda göze kestirilen kızların adresleri kimlerden olduğu öğrenilir çevreden soyu sopu oğrenilirdi. Daha sonra oğulları için mahallenin güngörmüş bilge kadınlarından oluşan bir grupla kız bakmaya gidilirdi. 
Biz çocuklar için sahrayı kebir çölünden daha yakıcı bu cehennem azabına benzeyen hamam günlerinin eziyetlerinde kadınların   mazoşizme varan bir lezzet  buluşlarındaki garâbeti halâ çözememişimdir. İhtimal ki onlar için ne hamamın loş ışığı, ne gözleri yakan sabun köpüğü, ne başı sersem eden sıcaklığı, ne tenimizi soyan gaddar kese seansları ne bakır hamam taslarının tepelerinde çınlaması vardı. Onlar için sıcak kubbe altında kendini  sahrayı kebirde farz etmek hiç de sıkıntı vermiş gibi görünmezdi. Galiba onlar için bu hamam sefâları gündelik rutinin sıkıcılığından kurtulmak için de bir vesileydi.  Kadınlar için hamam gözlerini kapayıp su sesi ve nalın tıkırdısı dinleyerek için için hariçteki dünyanın bütün müşkülat ve ezâlarından kurtulup dinlenmenin yoluydu. Onlar temizliğin ve paklığın kokusu kadar hamam kubbesi altında su sesi nalın tıkırtısından memnun görünür halleri içindeydi. Bana öyle geliyor ki kaynar suda kabarmış, koyu bir sabun köpüğünün tende şöyle hafif, nazik temasları, bu su ve sabun teması uzviyeti rahatlatan bir temastı..Bütün vücut köpüğe gömüldüğü zaman adeta insan tüy gibi hafifler; ipek  Lahuri şal gibi  vücuda rahatlık ve dinginlik verir. Kadınlar için bu,  yorucu, fakat neşeli,hamam günleri  şevkli olurdu, hepsi köpükler içinde güle katıla şakalaşırlar, kahkahalar, feryatlar içinde akşamı ederlerdi. Su altından çıkmış yanakları kırmızıya dönmüş parlak tenlerinde bir ışıltıyla hamam safası sona erer nihayet  evin yolu tutulurdu. Dönüşler umumiyetle uzak hamama gidilmişse taksiyle olurdu. Eve yakın hamama gidilmişse kış ayları değilse yayan yollara revân olunurdu. 
        Akşam hafiflemiş bedenlerle   temizlik ve paklık içinde hamam günü böylece sona erer; saatlerce içerde kalıp haşlandıklarından çıkar çıkmaz, gece hemen yataklarına girip uyurlardı.