Bir fikir ileri sürüyorsunuz; lakin, acaba Almanlar da öyle mi düşünüyor? Bir iş yapacaksınız; acaba Amerikalılar da öyle mi yapıyor? Bir şeyi sisteminizden çıkartacaksınız; acaba Fransızlar da çıkarmış mıdır? Onlara ayıp olur mu? Aşağılık karmaşasında gıdalanan bu taklit içgüdüsü, zehirleyici bir parazit gibi bütün hür düşünceyi ve bahtiyar iradeyi bizde boğmuş bulunuyor.

         Üstat Nurettin Topçunun Türkiye’nin Maarif Davası kitabından aldığım yukarıdaki metin, yıllarca ayağımıza bağ olmuş bu düşüncenin şu anda hala var olduğunu ve bizi giderek korkuya sevk ettiğini görmekteyiz. Yüzyıldır bu aşağılık kompleksinden kurtulamadık, ya birileri bilerek planlı bir şekilde bu düşünceyi bize dayatmaktadır ya da biz tembelliğimizi bu bahanelere dayandırmaktayız. 1937 de Peyami Safa’nın bir gazeteye verdiği makalesinde geçen eğitim ile ilgili sorunlar ne ise 2022 yılında Ercüment ZÜNGÜR’ ün gazetelere verdiği makalelerindeki sorunlar da o dur. Yani aradan neredeyse doksan yıl geçmiş hala eğitimimiz ile ilgili aynı sorunlardan bahsediyoruz. Hatalarımızı, eksiklerimizi kafamızda belirlediğimiz kalıpların arkasında tutuyoruz, ‘’ biz şöyleyiz, biz böyleyiz; bizde ne var ki? Biz zaten adam olamayız.’’ Diye diye kendimizi, değerlerimizi ayaklar altına aldık ve bizden sonraki nesli de buna alıştırdık. Yeni bir şey yapıldığında adeta düşman gibi buna karşı çıkanlar var ve bu kesim, hep aynı tarafların yönlendirmesiyle beslenen gruplardır. Yapılan her şeye yıllarca karşı çıktılar, ülkemizin eğitime yönelik çalışmalarını zaman kaybı olarak gördüler.

          Bu kesim için acaba akıllarında hesapladıkları dünyanın suresi ne kadardır. Her şeyin yarını olduğu bizden sonra kıyamete kadar nesillerimizin olacağını acaba hesaba katmıyorlar mı? Yoksa günü yaşayıp aman! El mahkûm olduğumuz kesimlerden fırça yemeyelim, aman! Onların gazabı bizi yakar, onları kızdırmayalım düşüncesini mi taşıyorlar?

        Eski değerlerimizle sorunu olanlar var ve bu kinlerini her daim körüklemekten de kendilerini uzak tutamıyorlar. Bizim olan bizden yetişen ne varsa gelişiminin önünde adeta takoz görevi yapan bu bit sürüsünün sayısı her geçen gün giderek artıyor.  Her tarafta bu sürünün, üstüne yapışıp kaşındırdığı bir değerimiz ortaya çıkıyor ve ne yazık ki bu çabaları da sonuçsuz kalmıyor. Bize öyle yansıtıyorlar ki kendimizden bahsetmekten utanır hale getirdiler. Elinde Yaşar Kemal den bir kitap varsa bunu gericilik göstergesi olarak görüyorlar ve okuduğuna da bin pişman ettiriyorlar, fakat elinde evli bir kadınla olan ilişkisini en ahlaksız seviyede anlatan  Franz Kafka’nın Milenaya Mektuplar’ını okuyunca gayet modern bir lakapla karşılıyorlar seni.

          Bunların taraftar bulma konusunda da çok zorlanmadıkları aşikârdır çünkü fildişi kulelerinde yaşayıp kendisini halkın ve tüm ülkenin sahibiymiş gibi gören ve buna göre davranan tipler hemen bunların etrafında toplanıyorlar. Gece kulüplerinin tuvaletlerinde birbirinin kusmuğunu yiyen bu güruhlar, medeniyeti de onların eline o kadehi verenlerde olduğunu düşünürler. Kendinden olan ne varsa yok sayıp batının ardında bıraktığı ne kadar pislik varsa medeniyet adı altında halka sunmaya çalışıyorlar.

        Bunları planlı bir şekilde bize yaptıklarını biliyoruz, amaçların ne olduğu ve özellikle hangi kesimleri kullandıkları konusunu da size bırakıyorum.  Devlet memuru olduğum için çok açık bir şekilde o kesimlerden bahsedemiyorum, yazdıklarımızın bir gün önümüze delil olarak gelebileceği korkusu bize tam net bir şekilde isim vererek yazmamızı engelliyor. Ama kırmadan dökmeden yapıcı bir şekilde konulara değinmeye çalışıyorum.

          Akif’ten, Ziya’dan, Necip’ten, Hasan’dan bahsetmek bunlar için adeta gericilik belirtileridir. Aynı kesim tarafından ağızlarından salyalar akıta akıta; Yunan, Fransız, Alman, İngiliz olan şahıslar hakkında konuştuklarında, ilericiliğin en zirvesini yaşıyorsun demektir. Bu düşüncelerini hayatımızın her yerine yama gibi dikmeye çalışıyorlar. Batıdan ileri olanı alacağız diye açtıkları savaşta sadece isimlere takılıp bir adım öteye gidemediler. Geldikleri yer, bar tuvaletlerinde kız erkek ortak tuvalet kullanma problemi ve kılık kıyafet probleminin ötesine geçememişlerdir. Yanlış öğrendiklerini millete doğruymuş gibi yutturmaya çalıştılar.

         Aynı kesim üniversitelerin içinde de çöreklenmişler, fildişi kulelerinden aldıkları emirle ya ortalığı yakıp yıkarlar ya da yetiştirdikleri gençlere bunları aşılamaya çalışırlar. Yetiştirdikleri nesil de bunların günahlarının kefaletini yıllarca ödemek zorunda kalıyorlar, her sokağa çıktığımızda bir yerlere yapışmış kene sürüsü gibi karşımıza çıkıyorlar. Arkadaş meclisinde yaptığımız normal bir sohbette, arkadaşlarımızdan bir tanesi; ‘’ Üniversitelerde beşik uleması sisteminin olduğu ve kimin üniversitede bir tanıdığı ya da taraftarı varsa oraya kolayca öğretim görevlisi olarak yerleşebildiğini söyledi.’’ Katılıyorum ve şunu ekliyorum, ‘’Hatta mastır yapmak için bile tanıdık şart, kimse liyakate bakmıyor.’’ Ben kendim 10 yıldır uğraşıyorum hiçbir üniversitede mastır yapamadım, özel üniversiteler bu imkânı veriyor fakat bunun içinde çok büyük miktarda paralar vermen gerekiyor. Buralara girmek için onların kafasında olman lazım, onların hayranı olduğuna hayran olacaksın, onların sevdiğini seveceksin, onların yaşadığı gibi yaşayacaksın. Bunların düzenlediği maskeli balolara bir hayvan postuna bürünüp yapabileceğin kadar şebeklikler yapacaksın.

         Toplumun birçok kesiminde maalesef farklı görüşlere karşı korku ve nefret vardır. Burada önemli olan sesinin çok çıkmasıdır ve genelde sesi çok çıkanlar, haklıymış gibi görünenler hep aynı tastan beslenenlerdir. Batı medeniyeti bizi bir şekilde, aramıza saçtığı hayranları vasıtasıyla kendi edebiyatına mahkum bıraktı, hatta aşık etti ve karşılık vermeden bizi, onlara platonik bir şekilde takılı bıraktı. Batı ise kendini fiziğe ve kimyaya adadı. Şu yüzyılda edebiyatı ile uyuttuğu kesimlere fiziğini, kimyasını en üst perdeden, evdeki ekmeğimize göz dikercesine satmaya çalıştı ve sattı. Deve hamuru yemekle deve olunmaz, deve olarak doğmak lazımdır. Biz Franz Kafka’nın evli bir kadına yazdığı ahlaksızca mektuplarına hayran hayran bakarken, okurken, orada takılı kalırken… Batı havada, karada, denizde, uzayda… Teknolojisini geliştirebileceği en üst seviyeye çıkarmaya çalıştı, ki çoğunlukla başarılıda oldu. Ne zaman bizim çocuklarımız, gençlerimiz yeni bir şey icat ettiklerinde, güzel bir ürün ortaya koyduklarında karşılarına, hemen o tetikçi kesim çıkıyor, engellemek için her şeyi yapıyorlar. Dalga geçiyorlar, sadece sözle değil; sözlü, basılı, yazılı tüm organlarıyla saldırıya geçiyorlar. Zaman kaybı, zaten başkası yapmış, biz kimiz ki, biz asla yapamayız… gibi aşağılık kompleksi içeren sözlerin arkasına sığınıyoruz yada bizi buna mecbur kılıyorlar. Hevesi kaçan gençlerimiz ya bu işin peşini bırakıyor ya da fikrini savunacağı ürününü sunacağı yeni ülkelere göç ediyor. Çok geçmeden onun ürettiğini başkasınınmış gibi ballandıra ballandıra dışarıdan satın alıyoruz.    

ERCÜMENT ZÜNGÜR