Bazı isimler vardır ki, sadece yaşadıkları dönemin değil, asırlardır yankılanan bir vicdanın sesi olurlar. 16. yüzyılda yaşamış Kürt mutasavvıf ve şair Fakîyê Teyran da böyle bir isimdir. Kalemiyle zamanın ötesine seslenen bu bilge insan, yalnızca dini ve tasavvufi meselelerle ilgilenmemiş; aynı zamanda insanın iç dünyasını, toplumların adaletle olan imtihanını ve özellikle de masumiyetin simgesi olan çocukları derinden anlamış bir yürektir.
Fakîyê Teyran’ın eserlerine baktığımızda, onun dünyaya kuş bakışı değil, yürek hizasından baktığını görürüz. İnsanlara sadece iyi ya da kötü diyerek yaklaşmaz. Onun için insan; potansiyel bir iyilik, bozulabilir bir fıtrat, ama her şeyden önce Allah’ın emanetidir. Bu yüzden zulme susan toplumları, adaleti unutan yöneticileri ve merhameti rafa kaldırmış kalpleri şiirlerinin ve menkıbelerinin hedefi yapar. Toplumun ahlakı, bireyin vicdanında başlar, der Teyran. Ve bu vicdan, en çok çocukların gözlerinde sınanır.
Bugün, bu topraklardan binlerce kilometre ötede, Gazze'de bir kazan yemeğe umutla bakan çocukların gözleri, Fakîyê Teyran’ın 400 yıl önce sorduğu soruları tekrar gün yüzüne çıkarıyor: “İnsan nedir?”, “Merhamet nedir?”, “Vicdanı olan sustuğunda, zalim daha ne kadar büyür?”
Gazze’deki bir yardım gönüllüsünün tanıklığı, bu sorulara tokat gibi cevap veriyor: “Yemek kazanı boşaldı. Ama sıra bitmedi. Çocuklar hâlâ orada… Gözüm gözlerine değdi. Ve ilk kez boğazımdan geçen her lokma haram gibi hissettirdi.” “Bir çocuk avuçlarını uzattı, ama yemek çoktan bitmişti. Geri çekmedi ellerini… Sadece bekledi. Sanki dua eder gibi, sanki hâlâ umut varmış gibi… Gözleriyle ‘Ben de insanım’ dedi. Ama biz sadece başımızı eğdik.” “Küçük bir kız, kardeşine su bulmuş. Bir pet şişenin dibinde birkaç damla… ‘Önce sen iç’ dedi. O sırada annesi sessizce ağlıyordu. Açlıktan değil… İki çocuğunun hâlâ birbirine şefkat gösterebilmesinden. İnsanlıktan utanıyordu, çünkü onlar çocukken bile bizden daha insandı.”
İşte bu sahne, Fakîyê Teyran’ın dünyasında insanı ‘emanet’ gören anlayışla birebir örtüşüyor. Çünkü Teyran’a göre insan, hele ki bir çocuk, rızkı kesilmiş değil, rızkı çalınmış bir varlıktır. Bugünün toplumları ise bu rızkı korumakla değil, çoğu zaman görmezden gelmekle meşgul.
Fakîyê Teyran, çocukları toplumun aynası olarak görür. Bir toplum çocuklarına nasıl davranıyorsa, aslında kendi geleceğine de öyle davranmaktadır. Bugün Gazze’de açlıktan ölen bir çocuğun ardından sessiz kalan bir dünya varsa, bu sadece o çocuğun değil, tüm insanlığın vicdanının gömüldüğü yerdir.
Peki biz ne yapıyoruz?
Sosyal medyada birkaç acı dolu kareye üzülüp sonra hayatımıza devam mı ediyoruz? Yoksa Fakîyê Teyran gibi yüzyıllar sonra bile yankılanacak bir vicdanın sözcüsü olmaya mı niyetliyiz?
Bir çocuğun aç gözleri, sadece mideye değil, insanlığın yüreğine de seslenir. Ve bu sese cevap vermek, geçmişten bugüne uzanan ahlaki bir borçtur. Fakîyê Teyran’ın bakışıyla, bugün dünyaya yeniden bakmamız gerekiyor. Çünkü dünya, onun tanımladığı gibi bir emanet; çocuklar ise bu emanetin en kıymetli cevherleri…
Ve unutmayalım: Bir kazanın dibi göründüğünde değil, o kazanın başındaki gözler yaşardığında başlar insanlık sınavı.