Tuz bas düşümde gördüğüm kana,                                                                                                           

tuz bas Ne derdi güz ortalarında baban sana,                                                                            

Dokunma Van'a Van köylüsü kendini çavlan gibi üretir,                                                                 

Göl gibi dokur                                                                                                                                           

Ve beklemesini bilir, burkulur.                                                                                              

Eğiktir şimdi boynu, sen de eğiksin                                                                                                      

O kadarını anlarım                                                                                                                           

Ben bu savatları bunun için işlerim                                                                                                 

 Üç beş kuruşa satarım                                                                                                               

Gözümün yeşili üstünde kalır                                                                                                   

 Balkır güz kırmızısı eğiminde                                                                                                      

Üveyikler kalkar her bir nakışından                                                                                             

Durur belleğimde konuk sayılır. E. CANSEVER

Yüzyıllık Cumhuriyet’in ve bin yıllık medeniyetin kadim şehri, Van. Bir efsanede şunlar anlatılır: ‘’Eski zamanlarda Van 'da yiğit bir pehlivan varmış. Bu pehlivan her gün ava gidermiş. Bir gün yine atına binip ovaya gitmiş. Bir geyik öldürüp atıyla birlikte subaşına inmiş. Atına su içirirken birden karşısında yanakları al al, dudakları kiraz gibi, güzel mi güzel bir kız çıkmış. Pehlivan'ın ismi Siyahmet miş. Siyahmet kıza: "Sen kimsin? Sen bu memleketten misin? "diye sormuş. Benim ismim Hacezer demiş. Mardinliyim, Araplardan nesli temiz bir şeyhin kızıyım. Bunlar birbirlerine aşık olmuşlar. Siyahmet Hacezer 'i kaçırmış. Van Erciş civarına Suphan dağının çevresine gitmişler. Ahmet kıza " Sen dizlerini uzat ben de o dizlerinin üzerinde yarım saat uyuyayım, daha sonra kalkıp gideriz. " demiş. Siyahmet Hacezer 'in dizlerinde uyurken Hacezer karşıda iki erkek geyiğin bir dişi geyiği yakaladığım görmüş. Bunları seyrederken ağlamış. "Benim Pehlivanım da bunlar gibi yiğit, o da beni bunlar gibi kaçırdı, bu dağa getirdi. " demiş. Hacezer bunları seyrederken Siyahmet uyanmış bakmış ki Hacezer ağlıyor. Siyahmet Hacezer 'e niye ağlıyorsun kim ağlattı seni, diye sormuş. Hacezer de ona geyiklerden etkilendiğini söylemiş. O da seni ağlatan o geyiği yakalayıp sana ciğerini getireceğim demiş. Siyahmet geyiği yakalayınca geyik Hacezer 'in ayaklarının dibine düşmüş. Siyahmet geyiğin ciğerini çıkarmaya çalışırken geyik ona bir boynuz vurmuş ve Siyahmet ölmüş. Hacezer de anne babasının yanına dönmüş (Aktaş 2007). Yazımıza Edip Cansever’in şiiriyle ve bir ala efsane ile başladık; Evliya Çelebi, Yaşar Kemal ve Jean Baptiste Tavernier’in bizlere anlatacakları ile 11 yıl önce zelzeleden yer bir olan Van’ımızla ilgili yazımızı nihayetlendireceğiz.  

Osmanlı Paşalarından Melek Ahmed Paşa bir vakit Van’a ziyarette bulunur ve bu ziyaret esnasında orada bulunanlardan biri de Evliya Çelebi’dir. Çelebi bu ziyaret esnasında olan olayları şöyle kaleme alır: “Bu hal üzere paşa, karşılamaya çıkan şehir halkına selam vererek 1065 Receb’i (Mayıs 1665) sonunda İskele Kapısı’ndan içeri Van’a girdi. Şehir içinde bulunan esnaf caddeler üzerine halılar ve kilimler serip ve ana yol üzerinde yüzlerce kurbanlar kesildi. Paşa saraya girince Müsellik Arganalı Ahmed Ağa Van divanhanesinde bir sofra kurup öyle büyük bir ziyafet olmuştur ki sanki Bitlis Hanı ziyafeti idi. Bütün Van Eyaleti askeri ve bütün Van ileri gelenleri bu büyük nimet ile açlıklarını giderip yemekten ve duadan sonra ‘Padişah divanıdır’ diye dokuzar kat mehterhaneler çalındı.” ‘’Zira bu Van Kalesi Osmanlı eline gireliden beri Van Eyaleti’ne Mutasarrıf olmuş Melek Ahmed Paşa gibi, mühürden(sadrazamlıktan) azledilmiş, iki kere sadaret kaymakamı olmuş ve padişah damadı olmuş bir vezir gelmemiştir.” Samimiyetle kaleme alınan bu yazıda görülüyor ki Van şehri bizim gördüklerimizin dışında zihnimizde olması gereken nice değerlere sahiptir.

Ziyarete gelen böyle değerli olunca en az onun kadar karşılama da değerli olmalıdır. ‘’ karşılama merasimi de Çaybaşı mahallinden seher vaktinin uğurlu saatinde başlamış, neredeyse gün boyu sürecek kadar şevk ve iştiyak ile devam etmektedir. Van Kalesi ufukta gözükür gözükmez, Öyle davullar vurulmaya başlamıştır ki sol yandaki Akkirpi Dağları her tokmakta titremekte, sağ yandaki Van Deryası ise sekizer kat mehteranın gök gürültüsüne maruz kalıp dalgalanmaktadır. Bu arada Paşa, diğer hanlarla beylerin hediyelerini kabul buyurmakta, tam teçhizat dizilmiş askeri teftiş etmektedir. Bir ara kalabalıktan, sıcaktan ve âlâyı vâladan bunalan Paşa el etek öpmek için etrafını saranlara, “Selam alanlar ileri gitsin,” diye buyurunca kalabalık Van’a doğru ilerler.’’ Evliya Çelebi bunları kaleme alırkenki heyecanı neredeyse 300 yıl sonra hala etkisini hissettirmektedir.  

      Evliya Çelebi’den 296 yıl sonra kaleme alınan yazıda Van için Yaşar Kemal şöyle bahsetmektedir.    Cümle evlerin önü süpürülmüş, sulanmış tertemizdir. Böyle yapmayıp her şeyi belediyeye bıraksalardı geçilmezdi Van sokaklarından. Geçilmezdi tozdan topraktan. Neden mi? Size söyleyeyim. Van’a benzer şehir Dünya’da göremezsiniz de ondan. Van’da yer toprak gök toprak. Evler dam… Bahçe duvarları avlu duvarları topraktan. Çivi arama taş duvar arama, parmaklık arama, tel arama… Safi toprak. Caddeler toprak, sokaklar toprak. Çok geniş bir cadde olan Şerefiye Caddesi bile ancak yarı yarıya parke döşeli. Birkaç resmi yapı dışında, bütün şehir topraktan imar edilmiş. Evlerin çoğu tek katlı ve alçak, kenarlar doğru damların yüksekliği bir metreye iniyor. Damların üstünde koyun keçi yavrularını oynaşırken gördüm. Bu Kerpiç Dünyası’nın kendisine mahsus bir mimarisi var. Burada bunca yıl kerpiç evler üzerinde durulmuş, burada kerpiç özelliği olan bir mimaride mi olmasın? Gerçekten çok güzellikleri var bu kerpiç evlerin. Burçları kerpiçten kale gördünüz mü? Kerpiç kale olur mu? Van Kalesi’nin bir ucu kerpiçten daha sapasağlam duruyor…

Evliya Çelebi’den 30 yıl önce kaleme alınmış bir yazıda, Parisli bir yazar olan Jean Baptiste Tavernier Van için şunları söylemektedir. “Van Gölü Asya’nın en büyük göllerinden biri: Çevresi yaklaşık elli mil. Gölde yalnızca bir tek tür balık var; bizim sardalyelerimiz büyüklüğünde olan bu balık her yıl nisan ayında bol miktarda avlanmakta. Balık avı şöyle gerçekleşiyor: Van kentine bir mil uzaklıkta, çevredeki dağlardan inen Bendimahi adlı oldukça büyük bir çay göle dökülmekte. Her yıl mart ayında bu sırada eriyen karlar yüzünden çay kabarmaya başlayınca bu balıklar da göle girer. Bol miktarda balığın göle girdiğini gören balıkçılar, balıkların artık göle girmemesi için, çayın ağzına ellerinden geldiğince çabuk biçimde bir bent yaparlar; eğer bu bent yapılmazsa balıklar kırk gün sonra geri dönerler. Bu süre içinde balıklar bent yakınlarında avlanır; herkes oraya giderek balık avlayabilir. Geniş çaplı bir ticarete konu olan balıklar İran ve Ermenistan’a götürülürler: Acemler ve Ermeniler bayramlarda şarap içtiklerinde, daha çok içmeleri için şarapla birlikte bu balıklar da sunulur.                                                                           Ercüment ZÜNGÜR