Zaman akıp giderken tarihten çıkan çatışmaların, işgallerin, entrikaların sayısı da hayli birikiyor.

Tarihin heybesi demek istiyorum. Tarihin heybesinde ne yok ki.

İçinde sürgün, kıtlık, savaş, bolca gözyaşı birikir durmadan.

Tarihte, yılların çığlığı savrulur durmadan. İşte, tarihin ırmağına yazılan yenilgilerle, zaferler doludur.

Gündüzünde gökyüzünün mavisi şahittir. Gecenin karanlığında ise ışıyan yıldızlar şahit.

***

Elini tarihin heybesine daldırsan, Adolf Hitler’in faşist ruhu…

Ölülerin bir taarruzda diriltildiği şafaklar…

Ve Ortaçağ’dan kalma skolastik düşünce avucuna sığar.

Coğrafi keşiflerden sırtı yorulan okyanuslar,

Tozu dumana katan o büyük orduların yok oluşu,

Güzel kızları çeşme başında bırakan Perslerin tarihi,

Napolyon’un çizmelerinden kaçan Moskova halkının soğuk kış mevsimi saklıdır tarihin heybesinde.

Floransa’dan kovulan Dante’nin şiirlerini söylemeden edemeyeceğim.

Zaman geçtikçe çağ doluyor tarihin heybesine.

***

Bir heybe

Heybenin içine birikiyor tarih.

Yirminci yüzyılın ağırlığı var tarihin heybesinde.

Nerede o kaybolan eski çağlarımız.

Dinleri mezhep mezhep, inanç inanç bölen kavgalı çağlar…

Rönesans ve reformlardan yargılanan krallar, iktidarlar yıkıldı.

Kül imparatorluklar, kül krallıklar saklı tarihin heybesinde.

Bin yıllık mozaik güllere karşı; küfür dilinde,

İki büyük dünya savaşı, iki de yeryüzünün utanç bombası…

Literatüre atom bombası diye geçmiş.

Şimdi heybenin gözlerine biriken sürgünden keder, zulümden acı, ölümden kan…

Bir gözünü ABD, bir gözünü de Ruslar çekiştirir tarihin heybesini.