Temmuz 2025’in ilk günlerinde İzmir’in çeşitli ilçelerinde çıkan orman yangınları, yalnızca ağaçları değil; doğayı, insan yaşamını ve vicdanlarımızı da derinden sarstı. Çeşme, Ödemiş, Buca ve Seferihisar gibi birçok bölgede peş peşe çıkan yangınlar, onlarca hektarlık ormanlık alanı kül etti. Bazı vatandaşlar tahliye edilirken, ne yazık ki birçok canlı yanarak can verdi. Geriye kül olmuş ağaçlar, çaresiz kalan hayvanlar, yorgun itfaiyeciler ve öfke dolu bir toplum kaldı. Bu yaşananlar bize bir kez daha sorumluluklarımızı hatırlattı. Yangınlara neden olan ihmallerin, bireysel hataların ve kurumsal yetersizliklerin sonuçları göz ardı edilemeyecek kadar büyük.
Yangınların nedenleri üzerine yapılan ilk açıklamalar, insan eliyle başlayan ihmallerin en büyük etken olduğunu gösteriyor. Yetkililerin açıklamasına göre: Tarım arazilerinde yapılan kaynak işlemleri sırasında çıkan kıvılcımlar, kuru otların hemen tutuşmasına neden oldu. Diğer bazı bölgelerde ise elektrik direklerinden çıkan kıvılcımlar orman yangınlarını tetikledi. İzmir Orman Bölge Müdürlüğü'nün verilerine göre, son iki günde çıkan dokuz yangından sekizi doğrudan insan kaynaklı. Bu gerçek, doğayı yok edenin çoğu zaman doğrudan insanın kendisi olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Yangınlar, doğrudan insanın yeryüzündeki bozgunculuğunun bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar çoğu kişi bu olayları sadece doğal afet olarak yorumlasa da işin içinde ihmalkârlık, plansızlık ve duyarsızlık gibi insani faktörler olduğu çok açık. İklim krizinin tetiklediği sıcaklık artışı, düşük nem ve rüzgâr gibi etkenler ise yangınların büyümesini kolaylaştırıyor. Ancak ateşi ilk kim tutuşturdu sorusu çoğu zaman bir kişisel ihmali işaret ediyor.
Yangınlar karşısında kimin ne kadar sorumlu olduğu sorusu, toplumsal vicdan açısından büyük önem taşıyor. Birey olarak hepimiz doğaya karşı sorumluyuz. Ateşli piknikler, ormanlık alanlara izmarit atmak, izin alınmadan yapılan tarımsal faaliyetler gibi eylemler, küçük gibi görünse de büyük felaketlere yol açabiliyor. Bunun yanında elektrik hatlarının bakımını yapmayan kurumlar, orman alanlarında yeterli gözetim yapmayan yerel yönetimler ve önleyici yasaları uygulamayan idareler de bu felaketlerde sorumluluğun bir parçası. Çünkü sorumluluk yalnızca ateşi yakan kişinin değil; onu önleyemeyen, engellemeyen ve eğitmeyi ihmal eden herkesindir.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) “Kıyamet kopsa bile elinizde bir fidan varsa onu dikin” hadisi, doğaya karşı ne kadar derin bir sorumluluğumuz olduğunu gösterir. Bugün bir ağacı korumamak ya da bir ormanı yok etmek sadece çevreye değil, aynı zamanda insanlığa ihanettir. Çünkü orman, yalnızca ağaçlardan ibaret değildir; içindeki canlılarla, su döngüsüyle, havayı temizleyen yapısıyla bir yaşam sistemidir. Bu sistem bozulduğunda yalnızca hayvanlar değil, insanlar da zarar görür. Kuruyan göller, tükenen yeraltı suları ve artan sıcaklıklar, doğrudan ormanların yok edilmesiyle ilişkilidir.
Yangınların sonuçları da bu felaketin büyüklüğünü ortaya koyuyor. Canlılar hayatını kaybetti, yüzlerce kişi tahliye edildi, yüzlerce ev ve iş yeri zarar gördü. Zeytinlikler, tarım alanları ve ormanlık bölgelerde büyük tahribat yaşandı. Sadece ekonomik değil, ekolojik bir yıkım da söz konusu. Yüzlerce canlı türü yaşam alanlarını kaybetti. Toprak verimliliği düştü ve bölge halkı büyük bir travma yaşadı. Yangınların psikolojik etkisi özellikle çocuklar ve yaşlılar üzerinde uzun vadeli sonuçlar doğurabilir. Bu yüzden bu felaketi yalnızca geçici bir olay olarak değil, toplumun tüm katmanlarını etkileyen bir uyarı olarak değerlendirmek gerekiyor.
Ünlü düşünür Albert Schweitzer’in dediği gibi, “Doğa için yaptığınız hiçbir şey boşa gitmez.” Bu söz, bize doğaya karşı gösterdiğimiz her sorumluluğun bir gün karşılık bulacağını hatırlatır. Ancak aynı şekilde, doğaya yapılan her ihmalin de bedeli olacaktır. Bugün İzmir’de yaşanan yangınlar, yarın başka şehirlerde, başka bölgelerde de tekrarlanabilir. Eğer ders almazsak, bu felaketler sıradanlaşacak ve sonunda doğayı tamamen kaybedeceğiz.
Sonuç olarak, İzmir’de yaşanan bu acı olay hepimize büyük bir sorumluluk yüklüyor. Ormanları korumak, sadece devletin değil, herkesin görevidir. Bireysel duyarlılık, kurumsal şeffaflık ve toplumsal bilinç bir araya geldiğinde ancak gerçek bir koruma sağlanabilir. Her birimiz, doğaya zarar vermek yerine onu korumakla mükellefiz. Unutmamalıyız ki, doğayı korumak aslında insanlığı korumaktır. Ve doğa bize sadece yeşil bir manzara değil, aynı zamanda bir gelecek sunar. Bu geleceği yakmak değil, yaşatmak bizim elimizde.