Hepimizin yaşadığı şehirlerde her gün aynı manzaraya tanık oluruz: Bir gün internet için, ertesi gün doğalgaz için, başka bir gün de elektrik için yollar kazılır, kaldırımlar sökülür. Oysa bu kazılar rastgele yapılmaz, hepsi kamunun malı olan yolların, meydanların, kaldırımların üzerinden geçer. İşte tam da bu noktada belediyelerin hakkı olan ama çoğu zaman gözden kaçırdığı bir gelir gündeme gelir: altyapı geçiş ücreti.

Bu ücret, aslında belediyelerin cebine girmesi gereken önemli bir kaynak. Çünkü özel şirketler ya da kurumlar, belediyeye ait taşınmazları kullanarak kendi hizmetlerini vatandaşa ulaştırıyor. Yani kısaca, kamu malı üzerinden ticari faaliyet yürütülüyor. Bu da doğal olarak bir kullanım bedelini gerektiriyor.

Ne yazık ki birçok belediye, bu hakkının farkında bile değil. Büyükşehirlerde milyonlarca lirayı bulan, küçük şehirlerde dahi ciddi rakamlara ulaşabilecek bu gelir, çoğu yerde yok sayılıyor. Belediyeler bütçe darlığından, borçlardan şikâyet ederken aslında gözlerinin önünde duran bir hazineyi görmezden geliyor.

Oysa altyapı geçiş ücreti yalnızca belediyenin kasasına katkı sağlamakla kalmaz. Aynı zamanda bir denetim aracıdır. Çünkü bu ücret sayesinde altyapı şirketleri daha düzenli, planlı ve koordineli çalışmak zorunda kalır. Her kafasına esenin yol kazdığı değil, planlı şehircilik anlayışının hâkim olduğu bir düzen kurulabilir.

Bugün belediyeler için en büyük sorunlardan biri “sürdürülebilir gelir kaynakları” bulmaktır. Vergiler zaten sınırlı, devlet desteği her zaman yeterli olmuyor. İşte bu noktada altyapı geçiş ücreti, adeta göz ardı edilmiş bir can simidi gibi önümüzde duruyor.

Belediyelerin yapması gereken çok basit: Mevzuatı bilmek, hakkını aramak ve gelir kalemlerini takip etmek. Vatandaşın ödediği her kuruşun kıymeti bilinmeli, kamunun malı korunmalı. Aksi halde hem belediye kaybeder, hem şehir kaybeder, hem de vatandaş…

Belki de asıl soru şu: Belediyeler kendi hakkına sahip çıkmazsa, kim çıkacak?