Son günlerde Orta Doğu, bir kez daha küresel gündemin ana maddesi haline geldi. İran ile İsrail arasındaki gerilim, adeta bir volkan gibi patladı ve füze sesleri, bölgenin acı dolu tarihine yeni bir sayfa ekledi. Ancak bu şiddetli tırmanışa rağmen, şaşırtıcı bir şekilde, bazı çevreler hala "Aman efendim, bunlar danışıklı dövüş! İki taraf da aslında anlaşmalı, sadece halka şov yapıyorlar," gibi akıl almaz iddiaları dillendiriyor. Bu tür söylemler hem bölgedeki gerçek acıları hem de uluslararası siyasetin karmaşık dinamiklerini görmezden gelen, hatta hafife alan tehlikeli bir cehaletin ürünüdür. Eğer bu gerçekten bir danışıklı dövüş olsaydı, Siyonist İsrail'in Gazze'de ve diğer Filistin topraklarında işlediği bitmek bilmeyen katliamların, can alan saldırıların, harabeye dönen şehirlerin ve yıkılan hayatların acısı bu denli gerçek, bu denli yakıcı olmazdı. Bu iddialar, yaşanan trajedinin üstünü örtmeye çalışan bir illüzyondan ibarettir; gerçekler ise çok daha çetrefilli ve kanlıdır.

Bu kanlı gerilimin en can alıcı noktası, hiç şüphesiz Gazze Şeridi. "Danışıklı dövüş" diyenlerin sanırım Gazze'ye bakmaya cesaretleri yok. Orada yaşananlar, bir tiyatro sahnesinin figüranları değil, her biri ayrı bir hayatı, ayrı bir umudu temsil eden, kanlı canlı insanlar. Siyonist İsrail'in on yıllardır Gazze'ye uyguladığı insanlık dışı ambargo, gerçekleştirdiği sayısız askeri operasyon ve bu operasyonlarda on binlerce masum Filistinlinin katledilmesi, hangi "anlaşmalı" senaryoya sığabilir? Hastanelerin, okulların, camilerin, kiliselerin, sivil yerleşim yerlerinin kasten hedef alındığı, çocukların, kadınların, yaşlıların hunharca hayatlarını kaybettiği sahneler, bir gösterinin parçası olabilir mi? Her bombardımanda yükselen çığlıklar, yıkılan binaların enkazından çıkan bedenler, açlıkla pençeleşen aileler... Bunlar, hiçbir senaryonun öngöremeyeceği, yaşanması istenmeyecek gerçek acılardır.

İran'ın Filistin davasına bu denli sahiplenmesi, Hamas ve İslami Cihad gibi Gazze'deki direniş gruplarına siyasi, askeri ve finansal destek sağlaması, İsrail'in canını en derinden acıtan meselelerden biridir. Bu destek, İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonlarında ciddi zorluklar yaşamasına neden olmakta ve İsrail için sürekli bir güvenlik tehdidi oluşturmaktadır. Eğer bu bir danışıklı dövüş olsaydı, İsrail'in Gazze'de böylesine acımasız ve maliyetli operasyonlara girişmesine, uluslararası alanda bu denli eleştirilere maruz kalmasına ne gerek kalırdı? Bu durum, İran'ın Gazze üzerinden İsrail'e karşı gerçekten ciddi bir cephe açtığını ve bu çatışmanın sıradan bir gösteriden ibaret olmadığını acı bir şekilde kanıtlıyor. Filistin halkının her gün yaşadığı trajedi, danışıklı dövüş iddialarının ne denli temelsiz ve vicdansız olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu acılar, sahiciliğini her köşede ilan eden bir çığlık gibidir.

"Danışıklı dövüş" diyenlerin görmezden geldiği bir başka acı gerçek de İran'ın yıllardır yaşadığı ciddi kayıplardır. Son yıllarda İran'ın en önemli nükleer bilim insanları, Devrim Muhafızları'nın üst düzey komutanları ve kilit isimleri suikastlara kurban gitti. Bu saldırıların büyük çoğunluğunun arkasında İsrail'in olduğu yaygın olarak kabul edilmektedir. Örneğin, nükleer programın kilit isimlerinden bilimci Muhsin Fahrizade'nin karmaşık bir operasyonla şehit edilmesi veya Devrim Muhafızları Kudüs Gücü'nden General Kasım Süleymani'nin Irak'ta ABD

ve İsrail iş birliğiyle hedef alınarak öldürülmesi gibi olaylar, İran'a sadece manevi değil, stratejik ve askerî açıdan da ağır bedeller ödetmiştir.

Bu tür saldırılar, İran'ın hem askeri hem de bilimsel kapasitesine ciddi darbeler vurmakta, ülkenin güvenlik bürokrasisi içinde derin sarsıntılara neden olmaktadır. Eğer ortada bir danışıklı dövüş olsaydı, İran bu denli kritik kayıplara göz yumar mıydı? Bu kayıplar, bir şovun değil, kanlı bir istihbarat savaşının, İsrail'in İran'ın nükleer programını ve bölgesel etkisini durdurma konusundaki acımasız kararlılığının bir sonucudur. İsrail'in, bu hedeflere ulaşmak için her türlü riski göze aldığı, uluslararası hukuku hiçe saydığı ve sonuçlarına katlanmaya hazır olduğu ortadadır. İran'ın bu saldırılara verdiği sert tepkiler ve misilleme arayışları da danışıklı dövüş iddialarını yerle bir etmektedir. Acı da olsa gerçek, iki ülke arasındaki düşmanlığın ta kendisi ve bu düşmanlık her geçen gün daha fazla can almaktadır.

Gelelim İsrail'in sansür politikasına. Bir saldırıya uğradıklarında veya kendi askeri operasyonları sırasında patlama görüntülerini ve ölü sayılarını kamuoyuyla paylaşmayı yasaklamaları, "işte bakın, bu bir tiyatro" demek değildir. Tam tersine, bu, devletin güvenlik ve halk psikolojisi yönetimi stratejisinin önemli bir parçasıdır ve gerçek bir tehdit altında olunduğunun ve ülkenin hassasiyetinin en açık göstergesidir. Hükümetler, savaş veya çatışma zamanlarında, düşmanlarına bilgi sızdırmamak, iç kamuoyunda paniği engellemek ve ulusal morali yüksek tutmak amacıyla bu tür kısıtlamalara gidebilir. İsrail için, can kayıplarının veya yıkımın görüntülenmesi hem ülke içindeki dayanıklılığı zayıflatabilir hem de düşman gruplar tarafından propaganda malzemesi olarak kullanılabilir. Bu nedenle, İsrail'in bu tür bilgileri sansürlemesi, çatışmanın gerçekliğini ve hassasiyetini pekiştirir; bir gösteri veya kurgu olduğuna dair iddiaları zayıflatır. Bir danışıklı dövüş olsaydı, ölü sayıları veya yıkım, genellikle 'gösterinin' bir parçası olarak kontrol altında tutulurdu ve sansüre bu denli ihtiyaç duyulmazdı. Aksine, bu gizlilik, sahada gerçek bir risk ve bedel olduğunu teyit eder. Hiçbir devlet, sırf bir senaryoyu sürdürmek için kendi halkını bu denli yoğun bir bilgi kontrolüne tabi tutmaz. Bu, hayati bir savunma mekanizmasıdır.

Şimdi gelelim bu köşe yazısının en kritik ve belki de en endişe verici boyutuna: Bu gerilimin uzaması ve kontrolden çıkması halinde küresel güçlerin denkleme nasıl dahil olacağı. Siyonist İsrail'in Filistin'deki zulmünü, İran'a yönelik saldırılarını ve bölgedeki tırmanışı sürdürmesi halinde, sadece bölgesel bir çatışmadan değil, küresel bir hesaplaşmadan bahsetmek zorunda kalabiliriz. İşte tam bu noktada, Çin ve Rusya'nın İran'a destek için müdahaleye hazır bulunduğu iddiaları önem kazanıyor.

Moskova ve Pekin, uzun zamandır ABD'nin ve müttefiklerinin küresel hegemonyasına karşı bir denge unsuru oluşturmaya çalışıyorlar. İran, bu "çok kutuplu dünya düzeni" arayışında Rusya ve Çin için kilit bir ortaktır. İran'ın zengin enerji kaynakları, stratejik konumu ve bölgedeki nüfuzu, bu iki büyük gücün çıkarlarıyla örtüşmektedir.

Rusya'nın İran ile ilişkileri, Suriye'deki ortak operasyonlar, askeri ve ekonomik iş birlikleriyle derinleşmiştir. Rusya, İran'a gelişmiş savunma sistemleri satışı konusunda istekli olmuş, hatta bazı transferlerin gerçekleştiği iddia edilmiştir. Ukrayna'daki savaş sonrası Batı'nın

yaptırımlarıyla karşı karşıya kalan Rusya için İran, hem bir enerji ortağı hem de Batı karşıtı eksenin önemli bir bileşenidir. Eğer İsrail, İran'a yönelik doğrudan ve geniş çaplı bir askeri operasyona girişirse, bu durum Rusya'nın bölgedeki çıkarlarını doğrudan tehdit eder. Rusya, İran'ın kapasitesinin zayıflamasını veya rejim değişikliğini istemez; zira bu, ABD'nin bölgedeki etkisini daha da artıracaktır. Dolayısıyla, Moskova'nın, İran'ın savunma kapasitesini güçlendirmek veya hatta doğrudan diplomatik ve askeri destek sağlamak için devreye girmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu, sadece bölgesel bir çatışma olmaktan çıkar, adeta büyük güçler arasında vekalet savaşının bir başka cephesi haline gelir.

Çin'in İran ile ilişkileri ise daha çok ekonomik ve stratejik bir boyutta seyretmektedir. Çin, enerji ihtiyacının önemli bir kısmını Orta Doğu'dan karşılamakta ve İran, Çin'in "Kuşak ve Yol" inisiyatifi için stratejik bir geçiş noktasıdır. Yaptırımlara rağmen Çin, İran'dan petrol alımını sürdürmüş ve ikili ticaret hacmini artırmıştır. Pekin, bölgede istikrarsızlık istemese de, ABD'nin ve müttefiklerinin tek taraflı müdahalelerine de karşıdır. İsrail'in İran'a yönelik olası büyük ölçekli bir saldırısı, bölgedeki enerji akışını bozabilir ve Çin'in ekonomik çıkarlarını doğrudan etkileyebilir. Bu durumda Çin, diplomatik baskının ötesine geçerek, İran'a teknolojik veya hatta belirli askeri alanlarda destek sağlayabilir. Bu tür bir müdahale, Çin'in küresel güç projeksiyonunun bir parçası olarak da okunmalıdır.

Bu büyük güçlerin devreye girmesi, Orta Doğu'daki çatışmayı bölgesel olmaktan çıkarıp küresel bir boyut kazandıracaktır. Artık sadece İran ve İsrail arasındaki düşmanlıktan değil, ABD liderliğindeki Batı bloğu ile Rusya-Çin ekseni arasındaki gerilimden de bahsetmek zorunda kalacağız. Böyle bir senaryo, "danışıklı dövüş" iddialarını tamamen anlamsızlaştırır; zira hiçbir danışıklı dövüş, küresel bir savaşı tetikleme riskini göze almaz.

Özetle, İran ile İsrail arasındaki gerilim, bir tiyatro sahnesinin perdeleri arkasında oynanan basit bir oyun değil. Bu, köklü ideolojik farklılıkların, bölgesel hegemonya mücadelesinin, nükleer tehdidin ve en önemlisi Siyonist İsrail'in Filistin topraklarında gerçekleştirdiği bitmek bilmeyen katliamların beslediği gerçek ve kanlı bir çatışma. Gazze'deki annelerin feryatları, babaların çaresizliği, İran'da şehit düşen bilim insanlarının ailelerinin gözyaşları, bu gerilimin ne denli sahici olduğunu ve bedellerinin ne kadar ağır olduğunu bize acı bir şekilde anlatıyor.

Bu çatışma, sadece iki ülkeyi değil, tüm Orta Doğu'yu ve küresel dengeyi etkileyen, ciddi ve acı bir jeopolitik meseledir. "Danışıklı dövüş" masalları, bu derin acıları ve karmaşık gerçekleri görmezden gelmekten başka bir işe yaramaz. Bu tür yüzeysel yorumlar, kurbanların çektiği acıları hiçe saymakla kalmaz, aynı zamanda bölgedeki gerilimi daha da tırmandırabilecek yanlış algılara neden olur. Üstelik, savaşın uzaması halinde Çin ve Rusya gibi küresel aktörlerin denkleme girme potansiyeli, bu çatışmanın sıradan bir bölgesel anlaşmazlık olmaktan çıkıp, tüm dünyayı etkileyebilecek büyük bir felakete dönüşme riskini de beraberinde getiriyor. Bizler, bu trajedinin tanıkları olarak, gerçekleri tüm çıplaklığıyla görme ve anlama sorumluluğu taşıyoruz. Aksi takdirde, gözlerimizi kapattığımız her an, bölgedeki kanlı oyunun bir parçası haline gelmiş oluruz. Bu trajik döngü ne zaman bitecek, inanın ben de bilmiyorum. Bildiğim tek şey, bu döngü, acımasız ve gerçek ve tüm dünya, bu acıların bedelini ödemeye hazır olmalı.