İslam dünyası ve Filistin direnişinin sembol isimlerinden İsmail Haniye, Hasan Nasrallah ve Yahya Sinvar, 2024 yılının ikinci yarısında peş peşe şehadete yürüdü. Bu kayıplar, zaten kritik bir süreçten geçen Gazze, Filistin ve Lübnan'daki durumu daha da hassas bir noktaya taşırken, direniş ruhunun ve mücadelenin devamlılığına dair önemli soruları da beraberinde getirdi. Mayıs 2025 itibarıyla bölgedeki son durum, bu şehadetlerin gölgesinde ve sürpriz diplomatik gelişmelerle şekillenmeye devam ediyor.
Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye, 31 Temmuz 2024 (bazı kaynaklara göre 1 Ağustos 2024) tarihinde İran'ın başkenti Tahran'da uğradığı bir İsrail saldırısı sonucu şehit oldu. Yıllardır Filistin davasının uluslararası alandaki en önemli seslerinden biri olan Haniye'nin kaybı, Hamas için büyük bir darbe olarak nitelendirildi. Şehadeti, Filistin halkının ve direniş gruplarının İsrail'e karşı mücadelesindeki kararlılığını bir kez daha ortaya koyarken, bölgedeki gerilimi de tırmandırdı. Haniye, ömrünü Filistin'in özgürlüğüne adamış bir lider olarak, geride bıraktığı mücadele mirasıyla anılmaya devam ediyor.
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, 27 Eylül (bazı kaynaklarda 28 Eylül) 2024'te İsrail'in Lübnan'ın başkenti Beyrut'a düzenlediği hava saldırısında şehit düştü. Nasrallah, karizmatik liderliği ve İsrail karşıtı söylemleriyle Lübnan direnişinin ve bölgesel mücadelenin en etkili figürlerinden biriydi. Şehadeti, Hizbullah ve Lübnan için derin bir üzüntüye yol açarken, İsrail ile Hizbullah arasındaki zaten kırılgan olan dengeleri daha da sarstı. Nasrallah'ın kaybının ardından Lübnan'ın iç siyasetinde ve bölgesel denklemdeki rolünde önemli değişimler yaşanması bekleniyor.
Hamas'ın Gazze'deki lideri Yahya Sinvar'ın şehadeti, 17-19 Ekim 2024 tarihleri arasında İsrail güçleriyle Gazze'de girdiği bir çatışma sonucu gerçekleşti. Hamas tarafından da doğrulanan bu kayıp, Gazze direnişinin saha yapılanması için önemli bir boşluk yarattı. Sinvar, İsrail'e karşı yürütülen askeri mücadelenin planlayıcısı ve uygulayıcısı olarak biliniyordu.
İsrail'in, Sinvar'ın son anlarına ait olduğu iddia edilen drone görüntülerini yayınlaması, onu ve direnişi küçük düşürme amacı taşıyor gibi görünse de, dünya kamuoyunda tam tersi bir etki yarattı. Yaralı halde, yıkık bir binada, etrafı sarılmışken bile kendisine yaklaşan drone'a elindeki bir cisimle (bazı kaynaklara göre bir sopa veya enkaz parçası) son bir direniş hamlesi yaparken görülen Sinvar, bu görüntülerle birçok kişi için umutsuzluğa karşı mücadelenin ve kahramanca bir duruşun sembolü haline geldi. İşgalcilerin teknolojik üstünlükleriyle kaydettikleri ve propaganda amacıyla yaydıkları bu son anlar, Sinvar'ın teslim olmayan, son nefesine kadar direnen bir lider olarak anılmasına ve Filistinliler nezdinde bir kahramanlık destanına dönüşmesine vesile oldu. İsrail'in onu "mağlup ve bitkin" gösterme çabası, dünya genelinde birçok kişi tarafından "ölüme meydan okuyan bir komutanın son direnişi" olarak yorumlandı ve Filistin davasına olan sempatiyi artırdı.
Mayıs 2025 itibarıyla Gazze Şeridi, tarihin en büyük insani felaketlerinden birini yaşamaya devam ediyor. İsrail'in aylardır süren aralıksız saldırıları sonucu can kaybı 53 bine yaklaşmış durumda. Şehirler moloz yığınına dönmüş, altyapı tamamen çökmüş, hastaneler hedef alınarak işlevsiz hale getirilmiştir. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, 10 haftayı aşkın bir süredir Gazze'ye yeterli düzeyde gıda, ilaç, su ve çadır gibi temel insani yardım malzemelerinin
girişi engelleniyor. Bu durum, bölgede kitlesel açlık ve salgın hastalık riskini had safhaya çıkarmıştır. Gazze, Filistin Yönetimi tarafından "kıtlık bölgesi" ilan edilmiş durumdadır. Uluslararası toplumun yetersiz kalan tepkileri ve İsrail'in devam eden saldırıları, Gazze halkının acılarını her geçen gün daha da derinleştirmektedir. Bölgede görev yapan gazeteciler de hedef alınmakta, hayatını kaybeden basın mensuplarının sayısı endişe verici boyutlara ulaşmıştır.
Gazze'deki soykırım boyutuna varan saldırılar, Filistin'in genelindeki durumu da olumsuz etkilemektedir. Batı Şeria'da İsrail güçlerinin baskıları, yerleşimci şiddeti ve Filistinlilerin temel haklarına yönelik ihlaller artarak devam etmektedir. Su kaynaklarının İsrail tarafından kontrol edilmesi ve tahrip edilmesi, tarımsal üretimi ve yaşamı tehdit etmektedir. Filistin halkı, bir yandan Gazze'deki kardeşlerinin acısını yaşarken, diğer yandan kendi topraklarındaki işgal ve ayrımcılık politikalarına karşı direnmeye çalışmaktadır. Uluslararası alanda Filistin devletinin tanınmasına yönelik çabalar devam etse de, İsrail'in uzlaşmaz tutumu barış umutlarını zayıflatmaktadır.
Hasan Nasrallah'ın şehadetinin ardından Lübnan'da gerilim yüksek seyrini koruyor. Kasım 2024'te yürürlüğe girdiği belirtilen ateşkese rağmen, İsrail'in Mart 2025'te Beyrut'u hedef alması, çatışma riskinin ne kadar yakın olduğunu bir kez daha göstermiştir. Hizbullah'ın liderlik değişiminin ardından nasıl bir strateji izleyeceği ve İsrail'in olası yeni provokasyonlarına nasıl yanıt vereceği merak konusudur. Lübnan, zaten derin bir ekonomik ve siyasi krizin içindeyken, İsrail ile yaşanacak geniş çaplı bir çatışmanın yıkıcı sonuçlarından endişe duymaktadır.
Bölgedeki bu karmaşık ve acı dolu tabloya, Mayıs 2025'in ortalarında gerçekleşen sürpriz bir diplomatik gelişme eklendi. Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da, ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed el-Şara'nın bir araya geldiği bir toplantı düzenlendi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da bu önemli zirveye çevrimiçi olarak katıldığı bildirildi.
Bu dörtlü görüşme, Ortadoğu'daki mevcut dengeleri sarsma potansiyeli taşıyan kritik bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Özellikle ABD Başkanı Trump'ın, görüşmenin ardından Suriye'ye yönelik bazı yaptırımların hafifletileceğine dair sinyaller vermesi, uzun yıllardır uluslararası arenada izole edilmiş olan Şam yönetiminin bölge siyasetine yeniden entegre olma ihtimalini gündeme getirdi.
Bu görüşmenin olası etkileri şunlar olabilir:
- Suriye'nin Yeniden Konumlanması: Yaptırımların hafifletilmesi ve Arap dünyasıyla ilişkilerin normalleşmesi, Suriye'nin iç savaş sonrası yeniden yapılanma sürecine ve bölgesel siyasetteki rolüne etki edebilir. Türkiye'nin bu sürece katılımı ve Şam yönetimiyle terörle mücadele (özellikle DEAŞ) konusundaki olası işbirliği, Suriye'nin kuzeyindeki denklemleri de değiştirebilir.
- İran Faktörü: Suriye'nin geleneksel müttefiki olan İran'ın bu yeni duruma nasıl tepki vereceği ve bölgedeki nüfuz alanının nasıl etkileneceği önemli bir soru işaretidir. Suudi Arabistan ve ABD'nin Suriye ile yakınlaşması, İran'ın bölgesel etkinliğini sınırlamaya yönelik bir adım olarak da okunabilir.
- ABD'nin Ortadoğu Stratejisi: Trump yönetiminin (veya etkisindeki bir ABD politikasının) Ortadoğu'da yeni ittifaklar ve angajmanlar aradığını gösteriyor olabilir. Bu, İsrail-Filistin meselesi dahil olmak üzere bölgedeki diğer kronik sorunlara yaklaşımları da etkileyebilir.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu dörtlü görüşmeye çevrimiçi katılımı, Türkiye'nin bölgesel krizlerde ve yeni denklemlerde kilit bir aktör olma arzusunu ortaya koysa da, özellikle Suriye meselesindeki gelişmeler, Türkiye'nin bağımsız bir inisiyatif geliştirmekten ziyade, büyük güçlerin şekillendirdiği bir çerçevede hareket etmeye zorlandığı ve adeta bir piyon konumuna itildiği yönündeki eleştirileri beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda, Türkiye'nin Suriye politikası, Körfez ülkeleriyle ilişkileri ve ABD ile diyaloğunun, bu yeni süreçte özgün ve belirleyici bir rol oynamaktan çok, daha çok mevcut güç dengelerine göre şekillenen ve tepkisel kalan bir çizgide ilerleyeceği düşünülmektedir.
- Gazze ve Filistin Meselesi: Bu yeni diplomatik açılımların, Gazze'deki trajediye ve genel olarak Filistin sorununa nasıl yansıyacağı belirsizliğini koruyor. Ancak, bölgedeki ana aktörler arasında diyalog kanallarının açılması, Gazze'deki insani krizin hafifletilmesi ve adil bir çözüme yönelik yeni girişimler için zemin oluşturabilir umudu da taşımaktadır.
İsmail Haniye, Hasan Nasrallah ve Yahya Sinvar gibi sembol liderlerin kaybı, şüphesiz Filistin ve Lübnan direnişi için büyük sınavlardır. Ancak tarih, direniş hareketlerinin liderlerini kaybetse dahi, temel hedefleri ve halk desteği var olduğu sürece yeni liderler çıkararak yollarına devam ettiğini göstermiştir. Bu şehadetlerin, direniş hareketleri içerisinde bir özeleştiri ve yeniden yapılanma sürecini tetiklemesi de muhtemeldir.
Eş zamanlı olarak, Erdoğan, Trump, Şara ve Selman arasında gerçekleşen üst düzey diplomatik temaslar, Ortadoğu'nun karmaşık ve çok katmanlı yapısında yeni bir dönemin habercisi olabilir. Bu gelişmelerin bölge halklarının refahına mı, yoksa yeni gerilimlere mi yol açacağını zaman gösterecektir. Ancak kesin olan bir şey var ki, şehadetlerle sınanan direniş ruhu ve değişen diplomatik dengeler, Ortadoğu'nun kaderini belirlemeye devam edecektir. Uluslararası toplumun, İsrail'in uluslararası hukuku hiçe sayan eylemlerine karşı daha güçlü ve kararlı bir tutum sergilemesi, bölgede kalıcı bir barış ve adaletin tesisi için vazgeçilmezdir.