Fakir BAYKURT ‘un önemli eserlerinden biri olan ve 2000 yılında yayınlanan Eşekli Kütüphaneci kitabı, gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkılarak kaleme alınmıştır. Ben de bugünkü yazımda eseri günümüzle ilişkilendirerek yorumlamaya çalışacağım. Başlık bir hayal urunu değildir. Evet, Mustafa Güzelgöz tarafından eşeğin sırtında köy köy dolaştırılan kitaplarla dolu bir sandukadır bu kütüphane. 1944 yılında göreve başladığı Tahsin Ağa Halk Kütüphanesinin deposunda eskimeye bırakılmış kitapları tozdan arındırıp raflara taşıyan Güzelgöz, okumak istese de kitaba ulaşamayan köylüler için tarihe iz bırakan bir çalışmaya imza attı. Ağalara ve şeyhlere rağmen elinin yetişebileceği her insanı kitapla buluşturmaya and içmiş olan Güzelgöz, Satın aldığı bir eşeğin sırtına yerleştirdiği iki kitap sandığıyla köy köy gezmeye başlar. İnandığı bu davadan her engele karşı asla vazgeçmeden 36 belde ve köye kitapları ulaştırmıştır. Bu davada ona inanan arkadaşlarının desteği ile eşek sayısını artırarak daha hızlı bir şekilde sonuca ulaşmaya çalışmıştır.

             Bir insan hayal ediyor, halkını ve halkının içerisinde bulunduğu durumu dert ediniyor. Halkı için doğru olan nedir? Ve bu doğrulara ulaşmak için neler yapmalı, kimlere dert yanmalı? Hayalini gerçekleştirmek ve halkına olan hizmetini yerine getirmek için her turlu engele rağmen bir destan yazan Güzelgöz bizlere de ilham vermiştir. Tırnaklarından kan akan, ellerinden toprak eksik olmayan, dizlerinin çıplak ve tahrişli olan halkın sömürülmesi bir insana dert olmuştur. Bunun aksine halkın okuyacak olması, bilgilenecek olması ve bir şeyleri sorgulayacak duruma gelmesi de başkaları için dert olmuştur. Halk için açılan çok değerli kurumların-okulların çoğu kapatıldı. Ne olduğu belli olmayan neye, nasıl, hangi yolla sahip olduğu belli olmayan ağanın verdiği emirle, okulların kapısına kilit vuruldu. Ağanın beslemesi olan ve düzmece fetvalarla halkın cahilliğini kullanıp halka sürekli korku inancını yükleyen şeyhlerin verdiği fetvalarla bu okulların kapısına kilit vuruldu. Toplumda her daim güçlü bir konuma sahip olan ve ülkede hangi taraf yönetimini kazanırsa kazansın, o yönetimde mutlaka kendine yer edinen bu topluluk köylünün başında büyük bir bela olarak kendine yaşam alanı bulmuştur.

        Halkın cahil olması, düşünememesi, sorgulamaması ve sonsuz bir itaatle belli kalıplara sıkıştırılması toplumdaki bir avuç insana hep dert olmuştur. Ve o bir avuç insan Güzelgöz tarafından yakılan meşalenin aydınlığıyla yürümeye karar vermişler. Hep ötekileştirilen ve sadece amaç odaklı hayatta var olan kadınların bu meşale ile aydınlanacak ilk insanlar olmasına imkan sağlanılmıştır. Evde kocasından dayak yiyip dışarı çıkmaya korkan, sokakta akrabasından korkan, tarlada iş kalmış diye ağadan korkan ve sokakta kadının dolaşması haramdır diye şeyhten korkan kadınların okuması için çareler arayan Güzelgöz, çareyi dikiş nakışta bulmuştur. Singer ve Zetina gibi dönemin meşhur dikiş markalarına mektuplar gönderiyor ve zamanla mektuplarına olumlu dönüş alan Güzelgöz, dikiş makinelerini kütüphanenin bir odasına koyuyor. Kadınların kitapla tanışması için evde dikilecek bir eşyanız varsa gelip kütüphanede dikebileceklerini söylüyor. Bu şekilde kadınları kütüphaneye çekmeyi başaran Güzelgöz, yavaş yavaş kitap tanıtımı ve okuma yazma işlerine koyuluyor. Kısa zamanda sonuç alınması Güzelgöz’u çevredeki tüm köylere de ulaşmasına ilham olmuştur. Bu yolda ilk başlarda kendisine yoldaşlık yapan ve ona inanan tek canlı eşeği olmuştur. Eşeği ile birlikte çıktıkları bu yolun her durağında çiçeklerin açıldığını gördüler ve bu onlara daha çok cesaret vermiş, davaya sadakatle bağlanmalarına vesile olmuştur. Kütüphanede bulunan birçok kitap tıpkı günümüzde olduğu gibi okunmamaktan, ilgisizlikten ve sadece vitrin süsü görevi görmekten yıpranmışlardı. Bu kitapları temizleyen ve onaran Güzelgöz, köylülerin okuması için dağıtmıştır. Zamanla ellerindeki kitapların yetmeyeceğini görmüş ve buna da çözüm bulmak için büyük şehirlerin kütüphanelerine mektuplar yazmıştır ve gerekli dönüşleri almıştır.

      Yaklaşık 90 yıl önce yaşanmış bu olaydan, günümüz açısından hangi dersleri çıkarabiliriz? Evet, artık köylere kitap götürmek için bir eşeğe ihtiyacımız yok veya kitabın ulaşamadığı bir nokta yoktur. Ama en az o imkansızlıklar içerisinde olup kitap bulamayanlar kadar günümüz imkanlarına rağmen kitap okumaktan uzak bir halkımız var. Her imkanların var olduğu bu dönemde bir Güzelgöz’e ihtiyaç yoktur ama bir öğretmene, kitap okuyan bir öğretmene ihtiyaç vardır. Kitap okuyan bir babaya, bir anneye ve bir arkadaşa-kardeşe ihtiyaç vardır. Hala bir yerlerde var olan ve açıkça ifade etmekten imtina etmeyen bazı kesimlerin okulun-okumanın şeytan işi olduğunu, hele kadınların okulda olmalarının-okumalarının birer kıyamet alameti olduğunu ifade etmeleri, gerçeği de vardır. Ama bunların varlığı ayağımıza takılmasın, düştüğümüz yerde daha güçlü bir şekilde kalkmamıza vesile olsun. ‘’Ben insanlara muallim olarak gönderildim, kadın erkek her insan okuyacak-okumalı’’ Diyen Peygamberin ümmeti olarak sahtekarlığın ve yobazlığın akıllarında yuva yaptığı kişi ve kurumlara rağmen okuyacağız. Soframızda, masamızda, yastığımızda ve kalbimizde kitaplar hiçbir zaman eksik olmayacaktır.        

                                                                                                      

                                                                                                             Ercüment ZÜNGÜR