Birinci Mahmut devri nişancılarından olan Hâlet Efendi Bağdat'ta iken, Rufai şeyhlerinden birini bayramda ziyaret eder. Selam kelamdan sonra Şeyh ona der ki:

-Yaşadığın müddetçe üç büyük bayram vardır. Bunlardan ilk ikisi vezirdir, üçüncüsü her yerde hazırdır. Bu üçünden haberi olmayana ara yerdekiler vazır vuzurdur.

İnsan olmak için ilk bayram doğumdur. Dünyaya Hakka muhatap olan sıfatlarla donatılmış olarak düşünen bir beyinle doğmak gerçek bir bayramdır. İkinci bayram insanlara hayırlı olduğuna inandığı zaman, ruhunda sevinç duyanların kutladığı bayramdır. Bu öyle bir seviyedir ki; başkalarının bayramını benliğine katmayı bilen insan bu sevinçle yoruldukça mutlu olur. Üçüncü bayram her yerde hazır olan ölümdür. Ama bu bayram fâni âleme geçiş kapısı olan ölümün bir dünya kapısında bir ahiret kapısında kutlanır. Öyle yaşamaya dikkat et ki öldüğün zaman arkanda kalanlar değil karşılayanlar bayram yapsın. (Bu hikaye merhume Atiye Keskin’in Bir Nükte Bir Işık kitabından alınmıştır. Allah rahmet eylesin)

Yaş ilerlediği için zaman zaman yaşıtlarımızın ölümünü duyuyor veya şahit oluyoruz. Geçen gün daha önceki görev yerimde çalışan bir arkadaşımızın ölüm haberini duydum daha doğrusu okudum. Yaşı benden büyük değildi. Ancak bana yakındı. Orada göreve başladığımızda bize yardımcı olmuştu. Ölüm sebebini henüz öğrenemedim. Ancak öğrensem ne olacaktı? Olsa olsa kendimi onunla kıyaslayacaktım. Düşünüyorum da kim bilir ne hayalleri vardı? Emekliliğinde ev yaptırmayı düşünmüş müydü veya araba almayı? Kim bilir? Çünkü bizim gibi memurların hayali emekliliğinde ev almak veya yaptırmaktır.

"Lüks bir arabanız, lüks bir eviniz olmayabilir ama onlar için ömrünüzü harcarken dikkat etmeniz gerekir, çünkü kesinlikle gelen tek şey ölümdür." Gabriel Garcia Marquez

Ölen kişiye üzülüyor muyuz? Elbette, onu bir daha görmeyeceğimizden dolayı özleyeceğimiz için üzülüyoruz.  Ölen kişi için yeri geldiğinde şu soruyu sorarım anne-babası hayatta mı? ‘Hayatta değil’ sözünü işitince bir nebze sevinirim. Çünkü ölümü en ağır hisseden önce anne, sonra babadır. Her zaman şu duayı yaparım; Ya Rab, düşmanıma dahi evlat acısı yaşatma.  Elbette eş ve çocuklar da  bu acıyı derinden hisseder. Ancak anne babanın hissettiği bambaşka bir acıdır.

“Eğer ölen kimsenin gücü yetseydi şöyle derdi: Benim için bu kadar kederlenmeyin, bu kadar üzülmeyin. Öldümse ne oldu? Sizden bir iki gün evvel sefere çıktım. Sen de öleceksin. Bunu galiba unutuyorsun da benim için bu kadar üzülüyorsun.” Sadi

Aslında Sadi’nin sözünü içselleştirebilirsek ölüm çok acı gelmeyecek. Sırası gelen ecel şerbetini içecek; ama bugün ama yarın. Önemli olan hazırlıksız yakalanmamak ve şu ayetteki sözü söylememektir:

Herhangi birinize ölüm gelip de, “Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın. (Münafikun 10)

Her günü son gün kabul edip elimizden geldiği, gücümüzün yettiği kadar salih amel işleyip günü kapatmayı alışkanlık haline getirelim ki vazifemizi yapmış olmanın huzurunu yaşayalım