1994 yılında kaleme alınan kitabın ismi ve içeriğini, günümüz paralelinde sizlere sunmaya çalışacağım. Yozlaşmanın sadece giyim ve kuşamla sınırlı olmadığı, aynı doğrultuda alınan eğitimi, eğitimin toplumsal hayata yansıması, okumayan-okuyan insan arasındaki makasın giderek açılması ve zengin olmanın koşulları arasında eğitimin yerinin olmaması… Yozlaşmanın en doğru bileşenleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Sözel kültürün ve yazılı kültürün kayboluşu, okuma oranının düşüklüğü, iletişim sorunları, kapitalist sistemin yavaş yavaş insanları kontrol altına alması ve son olarak tüm bu yozlaşmadan, karmaşadan etkilenerek kendilerini sokaklarda harcayan çocuklar. Tam olarak böyle bir dönemde, yaşanan sorunlara, sorunların nedenlerine ve nasıl çözülebileceğine değinir Barry Sanders. Bu kitabın her noktasına ve anlatmaya çalıştığı dünyanın gizemini, öyle çok hayale daldırmadan şöyle bir kıyıda kendini belli eden konusu, okuryazarlıktır. ‘’İnsanı son derece güçlü bir bilince taşıyan o gizemli, anlaşılması zor kuvvet."

           Okuryazar olmak doğuştan verilen bir ihtiyaç ve alınması hayati öneme sahip bir olgu değildir. Önceliğinde fizyolojik ihtiyaçlar vardır ve bu ihtiyaçlar hayatta bir nesne olarak var olmamızı sağlıyor. İnsanın toplum içerisinde bir nesne olarak var olmanın dışında, toplumda somut olarak var olup topluma yön verecek bir canlıya dönüşmesi ancak okuryazarlıkla mümkündür. Okuryazarlık var olunan toplumun içerisinde kendini var eder ve olması hayati öneme sahip bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde tek kitap dahi okumayıp okulun bahçesine sadece ihale amaçlı girip eğitim ve okumayı ayağında pranga olarak gören nicelerinin sahip olduğu milyonlar toplumsal cahilliğimizin-yozlaşmamızın servetidir. Yüz binlerce insanın mezarını çok lüks binalara yerleştiren ve satın almadığı akıl-vicdan bırakmayan kişiler toplumsal yozlaşmamızın somut delilidir. Okulları ve bilimi şeytani kurumlar olarak görüp olan biteni sadece inanç eksenli sebeplere bağlayan militarizm grupların, akbabalar gibi yetim-öksüz çocukları kendi doğruları ile yetiştirmeye çalışmaları toplumsal yozlaşmanın en acıklı sonuçlarıdır. Dahası bunlara bu fırsatı veren, imkan sağlayan, aklını kiraya veren ve maddiyatını vicdanının üzerinde tutan yönetim-yönetişim aklına sahip kişilerin bu acizlikleri de toplumsal yozlaşmamızın bir sonucudur.

        Bir kitap eleştirmeni değilim ki kendimi o seviyede biri olarak ta görmüyorum ama toplumun bir üyesi ve bir eğitimci olarak var olan yanlışlara da hâkimim. Eserin bize pasajlarla sunmaya çalıştığı toplumsal gerçeklikleri kendi toplumumuzla ilişkilendirip yorumladığımızda; Öküzün A'sı, sözel kültürün okuryazarlık ile bağlantısını anlatırken kapitalizme kayan toplumu, şiddetin yükselişini, aile içi iletişimin önemini, televizyon gibi medya araçlarının kontrollü kullanılmazsa olumsuz sonuçlar doğurabileceğini akıcı ve bilgilendirici bir şekilde anlatmaktadır. Kitap boyunca paylaşılan ufak hikayeler ve araştırmalara dair parçalar, okura ayrı bir keyif ve zihni beslendirici bilgilerle hizmet etmektedir.

        Eserin değindiği bir diğer önemli konu ise programlanmadır. Burada işin öznesi olan çocuğun daha anne karnında iken maruz kaldığı etkileşimin soyut döneme kadar geçen sürede çocuğun kazandığı farkındalıklardır. Her canlının ilk temas kurduğu kişi olan annenin sahip olduğu insani özelliklerinin çocuk üzerinde çok önemli bir etkiye sahiptir. Çocuğun toplumsallaşması ve bilim çerçevesinde bulunduğu topluma karışıp toplumun şekillenmesinde önemli rol oynamasının en önemli kişisi annesidir. Devamında ailenin öbür bireyleri ve devlet gelmektedir. Buradaki tüm bileşenlerin çocuğun toplumdan izole edip sürekli korumacı bir şekilde yönlendirilmesi ne kadar yanlış ise aynı şekilde başıboş bırakıp topluma salınması da aynı derecede yanlıştır. Dünyanın oluşumu için çatlaklar ve ayrılma gerekmiştir, olgunlaşıp kendi yaşamını kurmak için aileden ayrılmak gerekir, okuryazar kültüre geçmek için ise sözellikten ayrılmak gerekir. Çocuk sözellikte bağlı olduğu sesleri birer harf ile bağdaştırmaya çalışır. Somut olandan soyut olana geçiş gerçekleşir. Bu arada zihin şemalarını yenilemesi, bambaşka bir evreye geçmesi söz konusudur. Süreç içerisinde okumaya doğru yönlendirilemeyen, sözellikte kalamayıp aynı zamanda okuryazarlığa da tam olarak geçemeyen birey, dünyayı algılarken bazı şeyleri eksik yaşar ve aynı şekilde eksik yaşadıklarını yanlışlarla doğrulamaya çalışıp topluma yansıdır. Çünkü okuryazarlığın insana kazandırdığı bilinçli farkındalık ve sözelliğin getirdiği irfan, duygusal biliş tam olarak içselleştirilememiştir. Buradaki dengenin tam olarak doğru kişiler ve doğru kurumlarla birlikte yapılması gerektiğini çok iyi bir şekilde kavramamız gerekmektedir, yoksa yaptığımız yanlışlar ve bizde kalıplaşmış yozlaşma, bir noktadan sonra doğrularımız olarak hayatımıza yer edinebilir.

                                                                                                        ERCÜMENT ZÜNGÜR