İlk insandan bu yana, başta fizyolojik ihtiyaçlara cevap bulmaya yönelik olmak üzere hep bir varoluş arayışları olmuştur. İnsanlar kendilerini hem kültürel, hem sosyal hem de dini bir oluşumun içerisinde olma ihtiyacını hissetmişlerdir. Bireyi sosyal yaşamın dışında bir yaşamla ilişkilendirilmek neredeyse imkansızdır ve insanoğlu tek başına bir anlam ifade edememektedir. İçerisinde bulunduğu sosyal ortamda var olan toplumsal normları eleştirmiştir ve yapıcı çatışma ortamı doğmasına öncülük etmiştir. Burada en büyük çatışmalar din ve sosyal ikileminde yaşanmıştır(yaşanıyordur). Kendini gerçekleştirdiğini düşünen insanlar belli bir noktadan sonra atalarından gelen gerek sosyal gerek dini kabulleri sorgular olmuşlardır. Günümüzde de toplumun büyük bir kısmını yok sayan ama tam tersi küçük bir kısma her imkanı sağlayan sosyal düzenin ki bunun içerisinde hukuk, ekonomi, eğitim… Gibi olmazsa olmaz oluşumları barındıran sosyallik anlayışı, ufku açılmış yeni nesillerce sorgulanır olmuştur. Bununla beraber dinin Tevhid dışında belli kesimlerin kendi çıkarları doğrultusunda yorumlamaları ve akla hayale sığmayan, dini kitaplarda yeri olmayan ve Peygamberlerin yaşamlarından uzak bir şekilde yaşamaları, asıl olan dine de kişilerin farklı bakmalarına sebebiyet vermiştir ve daha doğru olana yönelik arayışlar başlamıştır.           

            Burada üzerinde önemle durmak istediğim konu ‘sekülarizm’dir. Kısaca tanımlayacak olursak TDK, sekülerizm kavramına karşılık olarak dünyacılık sözcüğünü önermiştir. Sekülerizm, din merkezli veyahut dinî öğeleri sosyal, hukukî ve siyasî anlamda tayin edici kılan bir yaklaşımın tersine, bunları sosyal, hukukî ve siyasî kümeden ayıran bir yaklaşımı tanımlar. Çok geniş bir terim olan sekülerizm, içinde birçok farklı akım, tür ve teori barındırır. Seküler kelimesi, dünyevi olanı belirtir ve dünyanın nesnel halinin göz önünde tutulması demektir. Ülkemizde sürekli gündemde olan ve belli kesimlerce kabul edilirliği sorgulanır olan laiklik kavramı, sekülerizm kavramları ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Laiklik, dinî kişi ve kurumların devletin işleyişine ve devlet kurumlarına müdahale etmemesi; devletin de din işlerine karışmaması anlamına gelir. Fransız sekülerizmi olarak da anılan laiklik kavramı, daha kapsamlı olan Sekülerizm hareketinin bir parçasıdır.

        Sekülerizm kavramını deştikçe karşımıza sürekli yeni anlamlar çıkmaktadır ve buda bize şunu gösteriyor; Sekülerizm kavramı her ne kadar laiklik ile özdeşleştirilse de dinamik bir yapı olduğu ve her bilimde kendine yer edindiği görülmektedir. Bir toplumun var olması için gerekli olan her ne varsa ki bunlar ekonomi, siyasi, eğitim, felsefe… gibi bilimlerdir ve bu bilimlerin her biri sekülerizmi kendi içerisinde ve kendine uygun bir şekilde tanımlamıştır.  Modern zamanlarda, genel kanı insanların özgürlük ve eşitlik ideallerinin yasa ile korunduğu bir siyasi sistemin kralın veya ruhban sınıfının dinî dogma, istek ve kuralları merkez alan ilahi hak ve yargılarından oluşan bir siyasi sistemden daha üstün olduğu yönündedir. Bu tartışma bugün karşımıza çıkmıyor ve en şiddetli tartışmalarını dinlerin ilk doğuşunda meydana geldiği hepimizin malumudur. Finalini orta çağda ki dini anlayışa karşı yapmıştır ve din ile birlikte bilim-akıl da kendine sarsılmaz bir alan bulmuştur. Birlikte yaşayabildiler mi yoksa sürekli bir savaş içerisinde olup düşmanlıklarını korudular mı onun sorgusunu sizlere bırakıyorum. Gerçek olan şu ki belli zümrelerin ve çıkar kesimlerinin ellerinde bulunan bu iki kavram inanılmaz bir yıpranmışlık içindeler.   

      Bilim şeytan işidir ve Allah’ın işine ancak bu kadar karışılabilir, haşa hele kadın nasıl olurda ilimde bilimde söz hakkına sahip olur ve ürün ortaya koyabilir, söylemini kendilerine adeta motto edinen sapkın görüşlere karşı sekülerizm daha da güçlenerek dinamikliğini sürdürmektedir. Somut bir şekilde bilimin ürün otaya koyduğu orta çağ sonrası, Avrupa’daki Aydınlanma hareketiyle ilişkilendirilen sekülerizm, Batı toplumu ve siyasi gelişimi açısından çok önemli bir yere sahiptir. ABD’deki kilise ve devletin ayrımı ve Fransa’daki laiklik, pratik anlamda olmasa da prensip bakımından büyük oranda sekülerizm kaynaklıdır.

       Son olarak değinmek istediğim konu ise, inanç yönünde hassasiyetleri yüksek olan bireyler sekülerizmi ateizme denk tutmaktadır ve başta eğitim grupları olmak üzere toplumun tüm bileşenlerinden uzak tutulması gerektiği kanısındalar. Sekülerizm hakkındaki bu genel yargının yanlış olduğu konusunda sağlam örneklere sahibiz. Kendini seküler olarak tanımlayan birçok birey, bireysel anlamda kendilerini dindar saymaktadırlar ki bunu her ortamda dile getirmekten de sakınmıyorlar. Ateizm tamamen tanrının varlığını ve yaptıklarını sorgularken, sekülerizm dinî otoritenin dünyevi işlerde yargıç olup olamayacağını sorgulamaktadır. Tüm eleştirilere rağmen her iki oluşumun da toplum mühendisliği için çok önemli güçlere sahip olduklarını ve çok değerli bir konumda olduklarını hiçbir vakit unutmamalıyız.