Tekebbür, günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız, aslında hepimizin farkında olmadan gözlemlediği, hatta bazen istemeden de olsa kendimizin sergilediği bir özelliktir: aşırı kendini beğenmişlik, kibir ve başkalarından üstün görme hali. Bu durum, sadece kişinin iç dünyasında saklı kalmaz; aksine, bireyin günlük yaşamdaki her türlü davranışına, kullandığı kelimelere, ses tonuna ve hatta vücut diline bile sızar. Tekebbür eden bir kişi, kendisinin diğer insanlardan daha zeki, daha yetenekli, daha başarılı veya daha değerli olduğuna dair abartılı bir inanca sahiptir ve bu inancını çevresindeki herkese hissettirmeye çalışır. Bu sadece maddi varlıklarla veya sosyal statüyle sınırlı kalmayabilir; bazen bilgi birikimi, tecrübe veya hatta ahlaki üstünlük iddiasıyla da kendini gösterebilir. Esasında tekebbür, bir kişinin kendi "büyüklüğünü" sürekli olarak ispatlama ihtiyacı hissetmesinden kaynaklanan, oldukça yıpratıcı bir davranış kalıbıdır.

Bir düşünün: Bir toplantıda oturan, sürekli kendi başarılarından bahseden, her cümlenin başında "Ben yaptım," "Ben hallettim" diye söze giren, diğerlerinin fikirlerini dinlemeye bile tenezzül etmeden kendi görüşünü dayatan birini tanıyor musunuz? Belki de sözleri kesip, "Ben zaten biliyorum, asıl şöyle yapılmalıydı," diyerek ortamın havasını değiştiren biri aklınıza geldi. Ya da bir arkadaş ortamında, sohbetin kendi etrafında dönmesi için çabalayan, başkalarının heyecanla anlattığı hikayeleri küçümseyen, "Benim başıma gelenler daha ilginçti," edasıyla konuyu kendine çeviren birini? İşte tüm bunlar, tekebbürün en yaygın örnekleridir. Böyle kişiler genellikle "Bu benim için çocuk oyuncağı," "Siz daha ne anlarsınız ki?" ya da "Benim tecrübem olmasa..." gibi imalı cümleler kurmaya meyillidirler. Kendilerini bilgili, yetenekli veya başarılı gösterme çabaları o kadar yoğundur ki, adeta bir performans sergiler gibi davranır, etraflarındaki insanları ve onların katkılarını tamamen göz ardı ederler. Onlar için önemli olan tek şey, kendi üstünlüklerini kanıtlamak ve ortamdaki en parlak yıldız olmak gibidir.

Tekebbür, yalnızca ağızdan çıkan sözlerle sınırlı kalmaz; kişinin davranışlarına ve tutumlarına da sızar. Örneğin, birinin sürekli yeni aldığı pahalı arabasını, lüks saatini veya tasarım kıyafetlerini açıkça sergilemesi, her fırsatta bunları gündeme getirmesi, aslında bir tür kendini beğenmişlik göstergesidir. Sosyal medyada lüks restoranlarda çekilmiş fotoğraflarını, egzotik tatillerini veya gösterişli partilerini abartılı bir şekilde paylaşanlar da aynı saikle hareket ederler. Buradaki amaç, sahip oldukları maddi imkanları sergileyerek başkalarından daha iyi, daha başarılı veya daha "seçkin" oldukları algısını yaratmaktır. Toplum içinde de bu tür davranışlara sıkça rastlarız. "Benim gibi biri seninle muhatap olmaz," "Benim seviyem bu değil," ya da "Siz bu işlerden anlamazsınız, ben daha tecrübeliyim" gibi üstten bakan ifadeler, tekebbürün somutlaşmış halleridir. Bu ifadelerle kişi, kendini belirli bir kategoriye yerleştirerek diğer insanlardan keskin bir şekilde ayırma ve üstün kılma çabası içine girer. Bu tavırlar, karşısındakini küçümsemekle kalmaz, aynı zamanda kendi benliğini yüceltme arzusunu da açıkça ortaya koyar.

Aslında tekebbür, kişinin içindeki bir güvensizliği veya boşluğu dışarıya yansıtma şekli de olabilir. Tıpkı yüksek sesle konuşarak kendini duyurmaya çalışan biri gibi, tekebbür eden kişi de kendini kanıtlama ihtiyacı hisseder. Ancak bu, maalesef insanları kendisinden uzaklaştırır. Kimse sürekli eleştirilen, küçümsenen veya ikinci plana atılan bir ortamda bulunmak istemez. Bu yüzden tekebbür, kişinin hem kişisel gelişimine engel olur hem de arkadaşlık, aile veya iş ilişkilerini derinden zedeler. Sonuç olarak, tekebbürlü tavırlar, karşımızdaki kişiye verdiğimiz değerin değil, kendimize verdiğimiz sahte bir değerin dışavurumu olarak karşımıza çıkar.