2020’nin Mart ayından bu yana okullarımızdan belli dönemlerde tamamen veya kısmen uzak kaldık. Bu net olmayan ortamda kazançlarımız ve kayıplarımız birbirini takip eder oldu. Teknoloji kullanımı, aile çocuk ilişkisi, öğretmen veli ilişkisi, gençlerimizin teknoloji alanındaki atılımları, çocuklarımızın ev içinde aktif rol almaları, not sistemlerinin sadece okul ile sınırlı kalmayıp evden ve çevreden kazandığı davranışlarında içine alması… Gibi olumlu kazanımlarımızın yanında; teknolojik altyapı yetersizliği, her çocuğa ulaşamama, vizyonsuz ve korkak yöneticilerin kabuğundan kafasını çıkarmayıp öğretmen ve öğrencisini yalnız bırakması… Gibi olumsuz sınavlarımızda olmuştur.

            Önümüzde yeni bir dönem var, bu dönemde bizi bekleyen yeni ortamlar yeni eğitim modelleri ve daha ciddi sorumluluklar var. En başta bu kadar uzun sure okullardan uzak kalan öğrencilerde uyum sorunu ciddi bir şekilde kendini gösterecektir; okulun kurallarına uymada, evde çalışmaya alışan çocukların okuldaki ortama tekrar kendini vermede zorlanacaktırlar. Eğitimi daha çok dijital ortamlardan alan çocukların yüz yüze eğitimde zorlandığı görülecektir. Akranlarıyla uyumlu bir şekilde aynı ortamı paylaşmada problemler yaşayacaklarını da unutmamalıyız. Burada en kısa zamanda çözmek üzere devlete düşen görevleri de unutmamalıyız. Bu görevleri kısaca sıralayacak olursak:                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                

1-   Tüm okullara eşit mesafede yaklaşılmalı ve hiçbir okul türüne öncelik sağlanılmamalı                                                                                                                                                                                                                                                     

2-   Yeni dönem eğitim anlayışına uygun olarak her okulun ve öğrencinin internet ve iletişim diye bir probleminin olmasının önüne geçilmeli ve gerekli çalışmalar yapılmalı.

3-   Derslik sayısı acilen artırılmalı ve sınıflardaki mevcut düşürülmeli

4-  Taşımalı eğitimin önüne mümkün olduğunca geçilmeli, küçük yerleşim yerlerinde öğretmenlerin kalabileceği şekilde önlemler alınmalı

5-   Tüm okullara kadrolu temizlik görevlisi derhal  atanmalı ve gerekirse yakın buluna okullardan sorumlu sağlık ekipleri görevlendirilmeli

6-     Okulların ihtiyaç duydukları temizlik malzemeleri eskizsiz ve ücretsiz karşılanmalı

7-     Öğretmenlere okul için alınacak elektronik ürünlerde KDV indirimi uygulanmalı ve en uygun fiyata satılmalı

8-     Öğretmen ve idareci atamaları derhal yapılmalı ve liyakat düzenine önem verilmeli

9-     Vasıfsız, vizyonsuz, korkak, evrak kafalı idarecileri görevden alıp yerlerine yeniliklere açık, cesur ve vizyonlu idareciler atanmalı…                                 

          Okul içinde biz öğretmenleri ilgilendiren sorunların gayet net bir şekilde farkındayız. Bu sorunların önüne geçmek için belli çalışmaların yapılması lazım, yapılacak çalışmaların çoğuna da öğretmen arkadaşlarımız hakimdir, burada büyük sorumluluk idarecilere düşmektedir. Yapılacak çalışmaları kısaca sıralayacak olursak: uyum programı yapıldıktan sonra, ki bu sure asla sınırlandırılmamalı, doğa yürüyüşleri yapma, doğa sporlarına yönelme, piknik, gezi, film izleme, yarışma ve sosyal sorumluluk projelerine odaklaşma şeklinde uygulamalar yapılabilir. Bireysel etkinliklerden ziyade takım oyunları, takım sporları tercih edilmelidir. Salgın döneminde aşırı derecede bireyselleşmiş öğrenciyi gruba yöneltmek, takım oyunlarında görev ve sorumluluk vermek daha iyi bir uygulama olacaktır. Okul içi ve okul dışı etkinlikleri oranlamalıyız ki bu geçiş surecini rahat geçebilelim.

          Bu surecin en önemli paydalarından biri de ailelerdir. Yeni dönemde aileleri surecin dışında tutmak bizi yanıltacaktır ve çalışmalarımızın sağlıklı bir şekilde ilerlemeyeceğinin farkında olmalıyız. Ne kadar istemesek te bu süreçte de aileleri sınıflandırmak zorundayız ve sınıflamayı gelir seviyesine göre yapacağız.; zengin aile, orta düzeyli aile ve fakir aile. Özellikle eğitim düzeyi, gelir düzeyi düşük aile çocukları, salgının yanında yoksullukla ve dijital kaynaklara erişimde yaşadıkları yoksunlukla farklı bir dramın parçası oldular. Bu öğrencilerin ailelerine yönelik psikodestek birimlerinin kurulması, bu ailelere yönelik rehberlik kitaplarının yayımlanması ve kısa kamu spotları yoluyla ailelere kısa mesajların verilmiş olması gerekir. Okul yönetimleri, ilçe ve il milli eğitim müdürlükleri birlikte program yapmalı ve tüm aile bireylerine ulaşmalıdır. Salgının yıkıcı etkisini asgari düzeye indirgemenin en kolay yollarından birisi de budur. Halk Eğitim Merkezleri, aile eğitim uygulamaları ve değişik konularda beceri kazandırma kursları ile bu konuyu daha etkili hale getirebilir. Aileler hem bilgi yönünden hem de beceri yönünden desteklenebilir.

            Bu surecin diğer önemli paydası ise öğretmenlerdir, öğretmen arkadaşlarımız genelde uzaktan bir şekilde EBA yoluyla derslerini anlatmaya çalıştılar, bunun yanında bazı arkadaşlarımız iletişim altyapısının olmadığı ve maddi imkânlarının kısıtlı olduğu köylerdeki çocuklara ödev hazırlayıp köydeki çocuklara dağıtmaya gidiyorlardı ve bu ödevleri bir çizelge ile takibini sağlıyorlardı. Yeni dönemde öğretmen arkadaşlarımızın da uyum sağlamakta zorlanabileceğini unutmamalıyız ve belki bu dönemde de hem uzaktan eğitimi hem de yüz yüze eğitimi birlikte götürmek zorunda kalabileceklerini de hesaba katmalıyız. Yaklaşık 1,5 yıldan beri beyaz ekrana ders anlatan, vefa ekiplerinde çalışan öğretmenlerin de güz döneminde, okullar açılmadan önce uyum programına alınması lazımdı ama hala geç kalınış sayılmaz, eğitimden ziyade etkinlik tabanlı faaliyetlere yönlendirilmesi gerekir. Bu amaçla birlikte yapılacak kahvaltı, gezi, spor, tiyatro ve sportif karşılaşmalar, iyi bir başlangıç olabilir.

         Yeni eğitim öğretim yılında bizi bekleyen önemli sorunlardan biride eğitimlerdeki kayıplardır. İlkokul kısmında 1. Sınıfa başlayan çocukların birçoğu okuma yazmaya geçemediler, aynı şekilde diğer sınıflarda da birçok konudan uzak kalındı. İlkokullarda okuma-yazma bilmeyen, sayıları tanımayan, okuduğunu anlamayan, dört işlem becerisinden haberdar olmayan, ortaokullarda matematiğin temel kavram ve sembollerini unutan, denklem çözemeyen, lisede ise 1,5 yıllık salgın sürecinin bütün dezavantajlarını üzerine barındıran bir öğrenci popülasyonu öğretmenleri bekliyor olabilir. Bu durum okula uyumun dışında daha da büyük bir sorundur. Öğretmenler bir yandan müfredatı yetiştirmeye çalışırken bir taraftan da telafi yapmaları hem öğrenen hem de öğreten açısından büyük bir problemdir. Bu aşamada telafi dersleri çevrim içi eğitime alınabilir. Hafta sonu özellikle cumartesi günleri telafi eğitimleri için yüz yüze dersler yapılabilir. Hatta belli bir sureliğine gerekli önlemleri alıp ve maddi imkânları iyileştirip hafta sonları da okula gidilebilmeyi sağlanılmalıdır.

        İşin lise boyutuna da az değinecek olursak, ilkokul ve ortaokula göre daha çok bilgi, daha çok test, daha çok müfredat ve daha çok sınava yönelik eğitimin verildiği kademe olduğunu biliyoruz. Bu süreçlerde alt kademelerde eksik bilgi ile gelen öğrencilerin lisede çok zorlanacağının gerçeğini de ortaya çıkarmaktadır. Burada yapılması gerekenler lisede konuları sadeleştirip konuların birçoğunu üniversiteye bırakılmasıdır. Lisenin 3 yıl olduğu dönemlerde müfredatta olmayan birçok konu vardı,  bu süreç geçene kadar daha önceden işlenilmeyen ve işlenilmediği zaman çok büyük sorunlar yaratmayacak konuları aynı şekilde işlenilmesi ertelenilebilir. Zaten eksik bilgi ile liseye gelen öğrenciler için bu konuların bir kısmı öğrenci seviyesinin üzerinde olması bir yana, ayrıca gereksizdir. Hem öğrencinin dikkatini çekmemekte hem de öğrenilmesi zor olarak algılandığı için öğrencilerde yetersizlik algısı oluşmasına sebebiyet verecektir.

         Yeni eğitim sistemleri, yeni eğitim yöntemleri, yeni sınıf düzenleri, yeni yönetim becerileri… Hayatımıza giren ve yeni olarak nitelendirdiğimiz bu sistemleri öncelikle ciddiye almalıyız, artık hayatımızda ‘’eskinin aynısı’’ kavramını aklımızdan çıkarmalıyız. Vizyonumuz daha geniş olmalı ve vizyonumuzla beraber misyonumuzu da geliştirmeliyiz, artık eğitim sadece okullarda olmayacaktır; evde, sokakta, tarlada… Hayat nerede devam ediyorsa orada eğitimde olacaktır. Teknolojinin önemi, teknolojinin kullanımı, teknolojik altyapı, teknolojik imkânlar… Bunlar devletlerin bu dönemde en önemli öncelikleri olmalıdır, çünkü yeni dönemde bizim için olmazsa olmaz bileşen teknoloji olacaktır. Çok uzun bir aradan sonra okullardan bu kadar uzak kalınmıştır, bu nedenle uyum süreçleri sadece öğrenci odaklı değil; öğretmen, yönetici, veli şemasında olmalıdır. Teknolojik düzenlemeler yapmanın yanında, bu surece kadar sürekli teknoloji ile baş başa olan bu şemadaki kişileri teknolojinin olmadığı hayata da alıştırmalıyız. Evet, teknoloji bizim için önemlidir ama hayatımızın her alanında olmamalıdır.