‘’İskoçyalı bir genç olan David, ailesiyle fakir ama mutlu bir yaşam sürmektedir. Öğretmen olan babası oğlunu iyi, akıllı ve cesur bir delikanlı olarak yetiştirmiştir. Ancak annesi ve babasının genç yaşta ölümü üzerine David tek başına kalır.

‘’İskoçyalı bir genç olan David, ailesiyle fakir ama mutlu bir yaşam sürmektedir. Öğretmen olan babası oğlunu iyi, akıllı ve cesur bir delikanlı olarak yetiştirmiştir. Ancak annesi ve babasının genç yaşta ölümü üzerine David tek başına kalır. Babasının isteği üzerine David başka bir kentte yaşayan akrabalarının yanına gider. Aslında David'in amcası hayattadır ve çok zengin bir adamdır. Delikanlı amcasıyla karşılaştıktan kısa süre sonra aslında bu büyük servetin kendisine ait olduğunu öğrenir. Ancak kötü bir adam olan amcasının da ondan kurtulmak için planları vardır ve bir kaptana para vererek, delikanlıyı kaçırmasını sağlar. Kendini Amerika kıtasına doğru giden bir gemide bulan David'i bekleyen kader köle olarak satılmaktır. Ancak olaylar beklenmedik şekilde gelişir ve David kendini inanılmaz bir maceranın içinde bulur.’’ Robert Louis Stevenson’un Kaçırılan Çocuk adlı kitabından aldığım bu pasaj muhtemelen hepimize aynı duyguları ve düşünceleri canlandırmıştır. Evet, bu çocuğun hayatı bir adada bitmiyor ya da bazı ritüeller adı altında ölüme mahkûm edilmiyor. 

Ama David gibi şanslı olmayan milyonlarca çocuk var ve yüzlercesi adalarda gün yüzünü göremeden hayatları ellerinden alınıyor. Sürekli çocuklarla ilgili raporlar yayınlayan BM, çözüm konusunda samimi adımların atıldığı görüşü çok samimi gelmemektedir. Son bir haftadır ortaya çıkan olaylar durumun ciddiyetini daha da gözler önüne serilmiştir.  BM'den yapılan yazılı açıklamaya göre, ‘’çatışmalar, iklim değişikliği, Kovid-19'un devam eden etkisi, artan yaşam maliyetleri gibi etkenler, milyonlarca çocuğun yetersiz beslenmesine neden olurken, temel sağlık, beslenme ve diğer önemli hizmetler daha az ulaşılabilir hale geliyor.’’ Bu cümlenin doğruluğuna en az bu cümleyi yazan kadar katılıyorum ama duygu ve samimiyet konusunda aynı durumda değiliz çünkü olay sadece yazmakla sonuçlanmaz ve yazmakla sorumluluklar üzerimizden kalkmaz. Çözüm konusunda BM ve onun bünyesi altında çalışan UNİCEF’in somut ve adil adımlar atmaları gerekirken, açlıkta ölen, savaşlarda katledilen ve göçlerle sularda boğulup kıyılara vuran çocuklarla ilgili daha adil bir dünya kurmaları gerekirken sadece rapor yayınlamakla işini yürütüyorlar. Kitaptaki kahramanımız David biraz şanslı olmalı ki, beslenme, açlık, sağlık ya da birilerinin elinde adalarda zenginlere satılan bir çocuk olmadı. BM’nin raporlarında kısa bir cümle ile kendine yer bulamadığı için şanlı olan David diğer çocukların geleceği ile ilgili bizlerce bir acaba bırakır mı bilmiyorum.     

Kışın en yoğun olduğu dönemleri yaşıyoruz ama bizim ötemizde küçük kardeşlerimiz, arkadaşlarımız ve geleceğimiz olan çocuklar daha çok üşüyor. Son zamanlarda en çok gündemde olan konu çocuklardır ve büyüklerin hesapları, haberleri ve yaşam şekillerini adeta çocukları yok sayarak onları kenara itilmiştir. Cinsiyet, din, dil, ırk ve sosyal statüye bakılmaksızın çocukların güvenli ve sağlıklı koşullarda barınması ilkeleri üzerine kurulan sözleşme, uluslararası platformda mutabakata varılmış, değiştirilmesi mümkün olmayan standartları ve yükümlülükleri içermektedir. Onaylayan devletlerin kendi iç hukuklarında gerçekleştirecekleri düzenleme ve değişimleri kontrol etmek ve her beş yılda bir bu değişiklikleri yayımlamak için BM tarafından bir Çocuk Hakları Komitesi de oluşturulmuştur. Bu komitenin de çalışırlılığı ya da yapabildikleri kafamızda sürekli soru işaretleri bırakmaktadır. Bu komite hangi çocukları koruyor? Ya da bu komite hangi çocukları görmezden geliyor? Bu soruların cevaplarını da sizlere bırakıyorum.

Dediğim gibi her çocuk David kadar şanslı değil bugün dünya genelinde sorunlardan en çok etkilenen 15 ülkedeki 30 milyondan fazla çocuk yetersiz beslenme problemi yaşarken, bunların 8 milyonun yetersiz beslenmenin en ölümcül seviyesinde yaşamını sürdürüyor. Bu durum, çocukların yaşamı, uzun dönemdeki sağlık ve gelişimleri için büyük sorunları beraberinde getiriyor. Bu çocukların içerisinden mutlaka birileri büyüyor ve topluma karışıyor ki topluma karışan bu çocukların büyük çoğunluğu hem kendisi hem de toplum için büyük sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. Çocukluktan olduğu yaşa kadar sürekli şiddet, açlık, hastalıkla boğuşan ve sevgiden yoksun büyüyen bu çocuklar potansiyel birer şiddet adayı olarak görülebilir.

Ne kadar umutlarımız kırılmış olsa da biz gene de umutvar olalım, ‘’Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Dünya Gıda Programı ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), çocukların yetersiz beslenme nedeniyle yaşadığı sorunlara ilişkin küresel eylem planı’’ çağrısına umut bağlayalım. Bu plan, ‘’Afganistan, Burkina Faso, Çad, Kongo, Etiyopya, Haiti, Kenya, Madagaskar, Mali, Nijer, Nijerya, Somali, Güney Sudan, Sudan ve Yemen gibi bu durumdan en fazla etkilenen ülkelerdeki çocukların yetersiz beslenme ile ilgili problemlerini önlemeyi, tespit etmeyi ve çocukları tedavi etmeyi içeriyor. Çok sektörlü bir yaklaşımı ele alan bu global plan, anne ve çocukların, gıda, sağlık, su, sanitasyon ve sosyal koruma sistemleri vasıtasıyla anne ve çocukların öncelikli beslenmesindeki eylemlerini destekliyor.’’ Bu eylem planının altında gerçekten çocuklar için endişeler taşıyan kişilerin de olduğuna olan inancım var ve bu inancın bir gün gerçekliğe dönüşmesi dileğiyle.