"Bir çiçek açmadığında, yetiştiği çevreyi düzeltirsin, çiçeği değil." Alexander Den Heijer’in bu sözü, aslında hem doğaya hem de insan tabiatına dair derin bir hakikati fısıldar bizlere. Aklı başında hiçbir bahçıvan, tomurcuk vermeyen çiçeği azarlamaz, ona neden solgun olduğunu sormaz. Çünkü bilir ki çiçeğin açmamasının ardında yatan sebep, çiçeğin kendisinden ziyade içinde bulunduğu şartlardır: toprağın verimsizliği, güneşin yetersizliği, suyun eksikliği veya başka bitkilerle arasındaki uyumsuzluk. Bahçıvanın ilk ve tek işi, çiçeği suçlamak yerine onun çevresini, yaşam koşullarını gözden geçirmek ve iyileştirmektir.
Bu ilke, biz insanlar için de aynen geçerlidir aslında. Potansiyelini ortaya koyamayan bir çocuk, yetenekleri fark edilmediği için içine kapanan bir genç veya içinde bulunduğu şartlar nedeniyle sessizliğe bürünen bir çalışan… Her biri, kendi özgün doğalarıyla birer çiçektir. Ancak bu insan çiçeklerinin tüm güzellikleriyle açabilmeleri için, sevgi dolu bir iklime, destekleyici bir zemine, güvenli ve nefes alacakları bir alana ihtiyaçları vardır. Ne yazık ki hayatın bahçesinde, açmayan çiçeğin sorumluluğunu genellikle çiçeğe yükleriz. Oysa sorun onun çabasında veya "istemeyişinde" değil, kök salmaya çalıştığı koşullardadır.
Bir çocuğun okul hayatındaki başarısızlığına, bir gencin toplumdan soyutlanmasına veya bir yetişkinin potansiyelinin altında kalmasına bakarken, yargılamadan önce durup onun yetiştiği çevreye; ailesine, okuluna, sosyal ilişkilerine, maruz kaldığı etkilere dönüp bakmak gerekir. İnsanın içsel dünyasını ve dışsal koşullarını anlamadan peşin hüküm vermek, toprağına bakmadan çiçeği söküp atmak gibidir. Oysa bazen bir insanın ruhunun kurumuş görünen dallarında bile tomurcuklar açtıracak olan, sadece biraz "güneş" yani ilgi, biraz "su" yani sevgi ve biraz "verimli toprak" yani anlayıştır. Bu kadar basit görünen şeyler bile, bir hayatın yönünü değiştirebilir.
Kendi hayatımdan bir örnek bu düşünceyi pekiştiriyor. Küçük yaşta sanat öğrenmem amacıyla ailemin beni terzi dükkânına çırak olarak vermesiyle başladı her şey. Sekiz yaşında girdiğim o dükkândan on altı yaşında bir pantolon ustası olarak ayrıldım. Ancak ne kadar ustalaşsam da diktiğim pantolonları beğenmiyor, yaptığım işten gerçek anlamda bir zevk almıyordum. Sanki o alanda benim "açmam" mümkün değildi. Sonrasında bir arkadaşımın yönlendirmesiyle elektrik işine yöneldim. Şaşırtıcı bir şekilde, sadece altı ay gibi kısa bir sürede ustamı geçtim, işi hızla öğrendim ve severek yapmaya başladım. O zaman anladım ki, mesele bendeki yeteneğin olup olmaması değilmiş; mesele, o yeteneğin doğru yerde, doğru çevrede filizlenebilmesiymiş. Gerçek potansiyel, ancak uygun zemini bulduğunda ortaya çıkıyor.
Ne yazık ki bu gerçeği görmekte toplum olarak da zorlanıyoruz. Sistemin çarkları arasında ezilen, hak ettiği fırsatı bulamayan insanları kolayca "tembel" diye yaftalıyoruz. Farklı düşünenleri, kalıpların dışına çıkanları ise hemen "aykırı" veya "uyumsuz" olarak damgalıyoruz. Oysa kendimize sormamız gereken can alıcı soru şudur: Bu insanlar neden potansiyellerini gerçekleştiremiyorlar? Neden kök salamıyorlar, neden açamıyorlar? Belki de sorun onların kendisinde değil, içinde bulunmaya zorlandıkları yanlış bahçededir?
Özel sektörde çalıştığım bir dönemde tanıdığım bir işçi vardı. Oldukça çekingen, özgüveni düşük ve silik duruşlu biriydi. Yeteneklerinin parlamayacağı bir görevde çalıştırılıyordu ve bu durum onu hem yetenekli arkadaşlarını kıskanmaya hem de kabul görmek için aşırı çaba sarf etmeye itiyordu. Bir gün iş yerine gittiğimde, onu tanımakta zorlandım. Karşımda bambaşka biri vardı; bakışlarından özgüven, duruşundan eminlik okunuyordu. Fiziksel beceri gerektiren, yeteneğine uygun bir işe verilmişti ve o işe tüm varlığıyla odaklanmıştı. Önceki silik hali kaybolmuş, yerine yaptığı işe hâkim, kendine güvenen, parlayan bir "çiçek" gelmişti. O an anladım ki işveren, o insanın gerçek yeteneğini fark ederek ona doğru "toprağı" sunmuştu.
Çiçeği suçlamak, neden açmadığını sormak her zaman en kolay yoldur. Bu, sorumluluktan kaçmanın en pratik yoludur. Ama gerçek emek, çevreyi düzeltmeyi göze almaktır. Verimsiz toprağı iyileştirmek, karanlıkta kalanları aydınlığa taşımak, sıkışıp kalan köklere nefes alacak alan açmaktır. Bizler, etrafımızdaki bir çiçeğin açmasına vesile olabiliriz. Bir çocuğa doğru ortamı sağlayarak, bir gence rehberlik ederek, bir çalışana yeteneklerine uygun bir fırsat sunarak... Yeter ki, onu zorla açtırmaya çalışmak yerine, neye ihtiyacı olduğunu anlamaya ve o ihtiyacı gidermeye gayret edelim.
Unutmayalım ki, her çiçek doğru iklimde açar.