Filozof İbn-Rüşt’ün büyükbabası Ebu’l- Vâlid bir dâvâdan sonra dinlenirken içeri can havli ile kovalanan bir eşek dalar. Sağa sola çırpınırken, etrafta saksı, pencere ne varsa kırar. Eşeğin arkasından elinde sopa ile koşan kişiyi ve eşeği yakalayan adamlar hayvanı güç belâ dışarı çıkardıktan sonra sahibini Ebu’l- Vâlid'in önüne getirirler.

Kadı sert bir ifâde ile: ”Bre adam bu zavallı da can taşıyor, onu neden sopa ile kovalıyorsun? İhtiyar: “Asıl ben ondan ve onun sahibinden dâvâcıyım. Onu satın alalı bir hafta oldu. Her gün eski sahibine kaçıyor. Geri vereyim dedim, sahibi parasını iade etmiyor. Adam oluncaya kadar her gün bu sopayı yiyecek.” cevabını verir.

Ebu’l-Vâlid, ihtiyarın mahzun duran haline pek acır ve: "Haydi hayvanını al git burada kırılıp dökülenleri ben ödeyeyim." der.

Adam çıkarken kendi kendine: "Settar, Gaffar, Küffar" der: “Ebu’l-Vâlid bunu duyunca adamı çağırır ve bu sözlerinden maksadın nedir?" der. İhtiyar: “Şu andaki hâliniz ve hükmünüzün ifâdesidir. Önce Settar, (Hakkın ayıpları örtücü sıfatı) oldunuz. Verilen zararları bağışladınız. Sonra Gaffar davranarak (Hakkın merhamet eden sıfatı) bize acıyıp serbest bıraktınız. Ama verdiğiniz hüküm âdil olmadığı için küffar, (kâfirler) bölüğüne iniverdiniz. Oturduğunuz makam öyle bir makamdır ki, insan orada hüküm verirken âdil olarak Settar ve Gaffar sıfatları ile davranırsa hak sınıfından olur. Buna karşı Settar ve Gaffar olarak âdil olamazsa Küffar katına iniverir. Derinlere inmek için eşeği küçümseyip kolayınıza gelen yolu seçtiniz. Bu eşek acaba eski sahibine neden kaçıyor, aç mı, susuz mu bırakılıyor, işkence mi ediliyor araştırmadınız. Bir dâvâcı halk arasında lisanda âciz, akılda zayıf, itibarda düşük biri olsa da hakim onu bir an için küçümserse küfre gider... Zira Hâk bir karıncasından geçmediği için, Hakkı temsil edenlerin de aynı yolu tutması zarurettir. (Bu hikaye merhume Atiye Keskin’in Bir nükte bir ışık kitabından alınmıştır.)

Hakimlik, yöneticilik itibarlı mesleklerdendir. Bu görevler hakkıyla yerine getirilirse Allah’ın ikramına kavuşulur. Yok, yukarıdaki hikâyede olduğu gibi derin düşünmeyip, başından savuşturulursa hakkı tesis etmeme ihtimali olur ki bu durum kişinin ahiretini yok eder. Bundan dolayı bu görevleri, sorumluluğunu bilip hakkıyla yapamayacakların bu görevlere talip olmaması; bu göreve atayacak olanların da bunu gözetmesi lazım.

İdarecinin,  memurun veya herhangi bir görevlinin, önüne gelen kişilere birinci sınıf insan muamelesi göstermesi gerekir. Yanımıza üst düzey referansla gelen bir kişiye nasıl muamele ediyorsak, referans ile gelmeyenin referansının Allah olduğu bilinci ile birinci sınıf insan muamelesi göstermemiz gerekir.

Vaktiyle Prof. Dr. Nevzat Tarhan hocadan gerçek bir hikaye okumuştum. Geçmişte yazmış olabilirim. Onun için özet geçeceğim. Rahatsızlığı nedeniyle beyin cerrahına giden bir hastaya doktor tedavi vermiş ve ilaçlar bitince kontrole çağırmış. Hasta kontrole gelince yapılan tetkiklerden hastalığın ilerleyip ölümcül aşamaya geldiği görülmüş. Heyet karar vermek için toplanmış. Eski tetkikler incelenince,  bir doktor tedaviyi yapan doktora “Hocam hasta ilk geldiğinde beyindeki tümör müdahale edilebilecek seviyedeydi. Gözden kaçırmışsınız. Şu anda yapacak bir şey yok.” Tedaviyi yapan doktor, “Hocam günde yüzlerce hastaya bakıyoruz. Bu hastayı kaçırmışız. Yüzde bir hata olmuş.” Diğer doktor, “Hocam sizin için yüzde bir, hasta için yüzde yüz!”

Bu ibretlik olayın hafızada yer etmesi için gayret gösterilmesi lazım. Zor olsa da, mesai başlangıcında gelene de mesai sonunda gelene de aynı muameleyi göstermeliyiz. Çünkü son şahıs bizim için son ancak kendisi için ilk şahıstır. Dolayısıyla geçiştirilmemesi gerekir. Sağlıklı karar veremeyeceğimiz düşünüyorsak, kişiyi sağlıklı karar verecek bir zamanda dinlememiz için ikna etmemiz lazım. Yoksa Allah korusun “Küffar” bölüğüne girmemiz kaçınılmazdır.