Gerçek kahramanlık, gösterişe ihtiyaç duymaz; ne kadar büyükse, o kadar az anlatılmaya ihtiyaç duyar. İnsan, yaptığıyla memnun olmalı, alkışı başkalarına bırakmalı. Fedakârlık gösterilmeli, pazarlanmamalı. Hakikat, satın alınan övgüde değil, sessizce yapılan iyiliklerde saklıdır.

Baltasar Gracián'ın dediği gibi: "Bir kahraman gibi görünmek yerine, bir kahraman olmak gerek." Seneca'nın "Gerçek erdem, kendini göstermek için çabalamaz" sözü de bu fikri pekiştirir.

Günümüzde kahramanlık, parlak, geçici, alkış bekleyen bir gösteriye dönüşmüş gibi. Oysa gerçek kahramanlık, sessizliğin koynunda büyür ve zamanla kendini gösterir; alkışla değil, yaşatarak. Cemil Meriç'in ifadesiyle "Hakikat, ışığa değil, göze ihtiyaç duyar."

Gerçek kahraman, gözlerden uzak, gürültüye karışmadan akan bir nehir gibidir. Sessizce geçer, ama geçtiği yerde iz bırakır. İmajın cazibesine kapılmaz; çünkü bilir ki kiralanan övgüler, çamurda parlayan sahte pırıltılardır. Onun için önemli olan, bir çocuğun gözünde umudu yeşertmek, bir yaranın kabuğunu sessizce iyileştirmek, bir vicdanı uyandırmaktır. Bunlar, tarihin tozlu sayfalarında değil, insanlığın hafızasında iz bırakır.

Sessizlik mi? Çünkü kahramanlık nefsin değil, özün eylemidir. Görünmek isteyen, eninde sonunda kendi yankısına hapsolur. Belki de en büyük kahramanlık, hiç fark edilmeyen ama kalplerde yaşayan erdemdir.

Bugün, kendimize soralım: Madalyası olmayan kaç iyilik yaptık? Kaç yaraya merhem olduk? Unutmayalım: İnsan olmanın özü, görünmeyenin içinde saklıdır.